Bir tarihte, Gazetemizde Köşe Yazıları yazan Sevgili Dostum Ahmet Aşık, her yazısına böyle başlar ya da böyle bitirirdi.
“Dilini, malını, paranı koru. Yerli malı kullan. Üretken ve bilgili ol...” der ve eklerdi... “Özgür olabilmenin en kısa yolu budur.”
Ne güzel yazar, ne güzel betimler, ne güzel anlatırdı...
“Yanaşma, sığıntı olmak istemiyorsan; onurunla ve özgürce yaşamak istiyorsan; çocuklarının/torunlarının geleceğini düşünüyorsan; dilini, malını, paranı koru...” derdi.
Sevgili Aşık, artık yazmıyor. O güzel yazılarını, bizden esirgiyor ama yanlış yapıyor...
Yazmak zorundasın Sevgili Aşık... Yazmayı sürdürmelisin...
Kendine özgü o güzel üslubunla anlatmalısın birikimlerini, öngörülerini, sezgilerini... Sarsıp silkelemelisin küreselleşme uğruna; benliğini, onurunu, özgürlüğünü, kendi geleceğini, çocuklarının/torunlarının geleceğini satanları...
Gücenmek, darılmak, yılmak yorulmak, yok... Daha doğrusu yorulmaya, yılmaya hakkımız yok... Yazacaksın... Bıkmadan, usanmadan yazacaksın... Hep birlikte, var gücümüzle yazacağız...
Paramızı pul ettik, ata mülklerimizi satışa çıkardık, ses bayrağımız Türkçe’yi ayaklarımızın altına pas pas yaptık... Eğitimi bir kenara itip, öğretime (o da ezberciliğe) dönüşen ulusal eğitim sistemimizi çökerttik
Turizmcilik oynuyoruz diye; tüm işyerlerinin adı “vıttırıvızıkça” oldu. Dil kirliliği görülmemiş boyutlara ulaştı. Dört bir koldan Türkçe’nin ırzına geçiliyor, kimsenin umurunda değil.
Senin, benim, onun da umurunda olmazsa; kimin umurunda olacak?...
Ben bu tabelaların altında yaşamaktan, önünden geçmekten utanıyorum, eziliyorum... Kanıma dokunuyor bu tabelalar...
Sokağımızın bakkalı bana; “...şu benim dukgana cavırca bir ad gomak isteyorun, bilip de goyamadım. Sen entel dantel adamsın. Bi cavırca isim buluversen!?...” diyor.
Düşünebiliyor musun, artık mahalle bakkalları bile Türkçe adları banal bulup, komplekse giriyor.
Bir sivil toplum örgütü çıkıyor; Türk topraklarında, ana dili Türkçe olan esnafa, işadamlarına “işyerlerinin adı Türkçe diye” ödül vermek istiyor ancak adı öz be öz Türkçe olan işyeri bulamıyor.
Bir başka örgüt çıkıyor; “adları Türkçe olmayan işyerlerinden alış veriş yapmamayı...” öneriyor.
Sakın yanlış anlaşılmasın, bu örgütlerin bu tür eylemlerine karşı değilim, hatta onların bu tür etkinliklerini tüm kalbimle destekliyorum, ancak içine düştüğümüz, düşürüldüğümüz duruma üzülüyorum.
Zaman zaman köşe yazarlarımızla bir araya gelip, söyleşip, tartışıyoruz... Onlara diyorum ki; “... Köşelerimizde, “genel ulusal sorunları” da (elbette) irdeleyip, yorumlayacağız... Ama bunun bir ölçüsü olmalı... Ulusal gazetelerin köşe yazarları, geniş olanaklara sahipler. Kabul edin ki onlar bizlerden daha fazla donanımlı. Doğru ve sağlıklı bilgiye (bize göre) çok daha çabuk ulaşıyorlar. Doğal olarak da ulusal sorunların yorumlarını daha sağlıklı yapıyorlar. Açıkça söylemek gerekirse, okuyucu da (zaten) bizden ziyade onlara itibar ediyor. Gelin, bizler yerel gazetelerimizde, kendi çevremizin, kendi bölgemizin sorunlarına ağırlık verelim. Eğitim gibi, çevre gibi, toplu yaşam gibi, yurt sevgisi, doğa sevgisi gibi, arkadaşlık, dostluk, insani ilişkiler gibi genel konuları işleyelim...”
Söyleşimiz sırasında kabul gören bu görüş, uygulamaya geldiği zaman yaşama geçirilmiyor.
Varsa yoksa “ucuz kasaba siyaseti yazıları” ya da uçuk kaçık hamişli memişli “laylay lom yazıları”...
Üzülüyorum...
Lütfen yaz Sevgili Aşık...
Kız, sinirlen, öfkelen, gücen ama yılma... Yaz lütfen.
Ben bir okurun olarak, bıraktığın boşluğu çok hissediyorum.