Dilerim, “hoş gelirsiniz” Sayın Kaymakamım…

Bu köşede, çeşitli nedenlerle birkaç kez yazdım.

Bizlerin, evimize, işyerimize, köyümüze, kentimize gelen herkese karşı kullandığımız “hoş geldin” sözcüğünü; Acemler, sadece ve sadece “hak edenler için” kullanırlarmış.

Çünkü İran’da  “hoş geldin” sözcüğü; “hoşluk” getirmek, “iyilik, güzellik, bereket, hizmet, huzur” getirmek demek olduğu için; kişi önce sınanır, tartılır, biçilir;  çevresine somut bir katkısı görülürse ve de takdir edilmeye değer bulunursa; o kişiye, “hoş geldin” denirmiş.

Doğal olarak da Acem ölçütlerine göre bu taltife mazhar olmak,  kolay iş değilmiş, bayağı bir zaman alırmış İran’da.

… …

Ben de bu mantığı doğru bulanlardan ve bu sözcüğün hakkını, en iyi Acemlerin verdiğine inananlardanım.

Bugüne değin bu kente gelen herkese, daha ilk günden, “hoş geldiniz” dedik.

Gördük ve yaşadık ki, hiç de  “hoş” gelmediler.

Hiç de “hoşluk, güzellik, bereket, huzur...” getirmediler.

Bu kentin ekonomik ve sosyal yaşamına, rutin katkıların dışında, dişe dokunur hiç bir katkıda bulunmadılar.

Geldikleri gibi gittiler.

Bu kente, hoşluk, güzellik, bereket, hizmet ve huzur getirenler, kalıcı eser(ler) bırakanlar, bir elin parmaklarını geçmedi.

 

*     *     *

Yukarıdaki girizgâhı, yeni Kaymakamımız Sayın Dr. Fatih Ürkmezer Beyefendiye başarılar dileyip, hayırlı olsun demek için yaptım.

… …

Yeni göreviniz, yeni makamınız hayırlı olsun, hayırlara vesile olsun Sayın Kaymakamım.

Dilerim hoşluk, güzellik ve huzur getirirsiniz bu kente.

Öyle güzel, öyle kalıcı icraatlarınız olur ki; gün gelip ayrıldığınızda; ardınızdan, “Yerli yerine oturmuş bu güzellikleri, bu huzuru, bu dinginliği, Ürkmezer Kaymakamımıza borçluyuz…” dedirtirsiniz.

… …

Çok şükür yıllardır, can ve mal emniyeti açısından, büyük bir sıkıntı yaşanmadı ve yaşanmıyor bu kentte.

Ama…

Ama şu “GÜRÜLTÜ KİRLİLİĞİ” denen illet şey, dayanılmaz boyutlara ulaştı…

… …

Vurdumduymaz odaklar tarafından, basit ve sıradan bir sorun gibi gösterilmek istenen bu kirlilik; ne sinir bırakıyor insanda, ne huzur.

Üstelik her geçen yıl da katlanarak artar hale geldi.

Artar hale geldi; çünkü bazı “Bana dokunmayan yılan, bin yaşasın”cı insanlar yaşar ve görev yapar bu kentte.

Sıradan halkı da aynı kafadadır, turizmcileri de,  bürokratları da,  görevlileri de…

Benim gibi üzerine vazife olmayan(!) işlere karışan(!) üç beş kişi vardır; onlar da konuşur, konuşur, sonra susar.

Susarız…

Ya da yazar, çizer sonra pes ederiz.

Ben de pes ettim aslında da; siz umut oldunuz benim için.

Siz gelmeden önce, sizin hakkınızda o denli güzel şeyler yazıldı ve çizildi ki…

“Hani?” dedim, “Olur ya!…”

 

*    *    *

Sözü şuraya getirmek istiyorum.

Benim “Kent Ayıları” olarak tabir ettiğim, altlarında bilmem kaç beygirlik motosikletleri olan, egzozlarını özel olarak deldirmiş ya da motosikletlerine, özel patlama sesleri çıkaran aparatlar ilave ettirmiş, insanlıktan nasibini almamış bir güruh yaşar bu kentte.

Bunlar, evlerde hasta varmış, uyuyan bebe varmış, memleketimize dinlenmek için gelmiş turist varmış, okul varmış, hastane varmış… demeden; günün 24 saati (evet 24 saati); altlarındaki motoru, dinamit gibi patlata patlata gezerler.

Yer yer motorlarını şaha kaldırır, çift tekerlerini tek tekere düşürür, bir halt yaptıklarını zannederler.

Kaldırımların, refüjlerin, yayaların arasında gezinirler.

Arabaların arasında slalom yaparlar.

Herkes kim olduğunu bilir ve tanır bu kişileri.

İsmen de bellidir bu kişiler, cismen de.

Mahiyetinizdeki görevliler de bilir bunları.

Ama bir Allah’ın kulu, bir yetkili, bir görevli de çıkıp; “Dağ başı mı burası? Ne halt ettiğinizi sanıyorsunuz siz? İnsanları rahatsız etmeye ne hakkınız var? Bağırtmadan, patlatmadan efendi, efendi kullanamaz mısınız altlarınızdaki şu iki tekerli aracı?” demez bunlara.

… …

Lütfen, o öncü, siz olan Sayın Kaymakamım.

Siz söyleyin ya da siz söyletin bunları o densizlere.

Görevlendirdiğiniz görevliler, bu sorumsuz kişileri karşılarına alıp (biraz amiyane olacak, çok özür dilerim ama); “Oğlum, siz manyak mısınız? Bu caddeler, yarış pisti mi, gösteri alanı mı? İnsanlar size sövüyor; kendinize sövdürmekten ne zevk alıyorsunuz!” desinler.

Sallayıp, silkelesinler, akıllarını başlarına getirsinler bu manyakların.

Çünkü bunlar anca böyle bir dilden anlar.

… …

Roma’da, Atina’da, Kopenhag’da, Brüksel’de, Paris’te günlerce kaldım. Bunlar gibi gürültü manyaklarını ne gördüm, ne duydum.

Bunlar, buraya, bu ülkeye has.

… …

Lütfen Sayın Kaymakamım, lütfen; bu kente, özlenen huzuru siz getirin…

Ve kendinize, (Acem anlayışına göre) “hoş geldin bu kente”, “hoşluk getirin” dedirtin…

 Lütfen…