Diktatörlerin ruh haleti

Son yıllarda Arap Baharı ile birlikte diktatörlüklerin tek tek yıkıldıklarına şahit oluyoruz. Neden bu diktatörlüklerin gitmesi için Arap Alemi'nin bu kadar süre beklemesi gerekmiştir ve bu otoriter yönetimlere karşı bu eğilim aynı...

Son yıllarda Arap Baharı ile birlikte diktatörlüklerin tek tek yıkıldıklarına şahit oluyoruz. Neden bu diktatörlüklerin gitmesi için Arap Alemi’nin bu kadar süre beklemesi gerekmiştir ve bu otoriter yönetimlere karşı bu eğilim aynı şekilde devam edecek mi? Bu sorulara sağlıklı cevap verebilmek için diktatörlerin ruh haletinin iyi bilinmesi gerekir.Her diktatör için aynı şekilde genelleme yapmak çok doğru olmasa da, tarih boyunca diktatörler incelendiğinde pek çoğunda bu yazıda ifade ettiğimiz özelliklerin çoğunun olduğu görülecektir. Diktatör bir ülkenin başındaki bir başkan ya da kral olabileceği gibi, bir kamu kurumunun veya bir okulun müdürü, ya da bir derneğin veya bir spor kulübünün başkanı, bir holdingin, ya da şirketin patronu da olabilir.Diktatörlerin egoları normal bir insana göre çok daha öndedir. “Lider” olduklarına ve doğduklarına göre, başkalarından her yönüyle çok daha üstün olduklarına inanırlar. Ortalama bir insana göre, “daha zeki”, “daha cesur”, “daha güçlü” ve “daha hırslı” olduklarını düşünürler. Tabii, bunlardan bazıları doğru da olabilir. Ancak birkaç iyi vasıf, etrafındaki “daha kralcılar”ın da yardımıyla diğer zayıf vasıfların üstünü kapatır.Mükemmel olduklarına, kendilerinin bu dünya ve insanlık için bir “ihsan” olarak lütfedildiklerine inanırlar. Her kararları isabetli, her hareketleri hikmetli, her sözleri hakikat olarak kabul edilir. Asla sorgulanamaz, eleştirilemez ve sorulmadıkça söylenemezler. İtirazlara karşı tahammülsüzdürler. Her itiraz ve eleştiriyi, kişiliklerine, zekalarına bir hakaret ve iktidarlarına karşı ihanet olarak algılarlar. Tarihteki pek çok diktatörün tanrılık ya da yarı tanrılık iddiaları bu düşüncelere dayanır. Bu yüzden aldıkları kararlarda her zaman rasyonellik ilkesini gözetmezler. Kendilerine göre “doğrular”ı ve “ilkeler”i vardır, ve bunlardan asla taviz vermezler, ve kararlarını hep bu subjektif “doğrular ve ilkeler” şekillendirir. Bu doğrular ve ilkeler genellikle gelenekten, feodal düzenlemelerden, subjektif yargılardan ve narsist kişilikten kaynaklanır. Bu yüzden diktatörlerden her zaman nesnel ve rasyonel kararlar ve davranışlar beklemek doğru değildir. Kaddafi’ye, Saddam’a, Mubarek’e yapılan bütün uyarıların sonuç alamamasındaki gerekçe büyük ölçüde buradan kaynaklanmaktadır.Tarih yazdığını zannedenler pek tarih okumazlar. Hayata, olaylara, insanlara yön verdiğini düşünen biri, sadece tarih değil, fen ve sosyal bilimlerden de nasibini pek almaz. Diktatörler kendilerini sürekli göklere çıkaran, ne kadar muhteşem birileri olduğunu ifade eden dalkavuklar sayesinde “yanılmaz” ve “hatasız” olduklarını kabul ederler ve kimseden bir şey sormak, öğrenmek, kendini geliştirmek ve tartışmak ihtiyacı hissetmezler.Etrafındaki kadrolardan liyakatten çok sorgusuz sualsiz sadakat, istişareden çok tasdik beklerler. Bu yüzden etrafları icraattan çok laf üreten, ehliyetsiz, kişiliksiz tiplerle doludur. Sonuçta bundan kendileri de rahatsız olur, çevrelerine sürekli “nitelikli insan” bulamamaktan şikâyetçi olurlar!Diktatörler genellikle etrafındakileri pek sevmez, şefkat göstermez, kimseye acımazlar. Çünkü bu tür duyguları sarsılmaz ve dayanılmaz kişiliklerine ve iktidarlarına karşı bir zaaf olarak görürler. Günümüzdeki ve eski zamanlarda pek çok diktatörün nasıl hiç acımadan katliam yaptıklarının ve yapmakta olduklarının temel dürtüsü buradan gelir. Bu yüzden her başkaldırı en acımasız yöntemlerle bastırılır.Güçlerini, halktan, hukuktan ve yasalardan değil, zorbalıktan alırlar. Herkesin birbirinden şüphelendiği, kimin, nasıl cezalandırılacağının hiç belli olmadığı bir korku imparatorluğu kurarlar. Kendi oluşturmuş oldukları yasa ve kuralları yine en çok kendileri ihlal ederler. Kurallardan çok kişisel çıkarların gözetildiği, son derece pragmatik bir şekilde durumun gereklerine göre karar verirler.- DEVAM EDECEK -