"HATİP lafı, açıkgöz safı sever" diye bir söz vardır. Bu topraklarda ne hatip bitti, ne saf bitti, ne de açıkgöz... Geçtiğimiz hafta Alanya'da yapılan büyük bir operasyon, bu cümlenin ne kadar güncel olduğunu bir kez daha gösterdi. Teknolojinin, iletişimin, hatta dolandırıcılığın bile çağ atladığı bir dönemde, maalesef insanoğlunun bazı temel zaafları hiç değişmiyor. Tıpkı yıllar önce Harem Otogarı'nda yaşadığım o ibretlik olayda olduğu gibi.
1979 yılıydı sanırım. İstanbul'dan hareket etmek üzere olan bir otobüsteydim. Yan koltuğumun biraz önünde oturan iki yolcu vardı. Tam o sırada, elinde pırıl pırıl parlayan bir kucak dolusu kumaşla bir adam girdi otobüse. Sağa sola baktı, insanları süzdü ve yukarıda bahsettiğim iki yolcudan birine yöneldi: "Abim, yolsuz kaldım, bu kumaşı ondan satıyorum. Yeşilçam'ın, Hollywood'un tüm jönleri bu kumaştan giyer. Alain Delon filan..." diye saymaya başladı.
Yolculardan biri merakla sordu, "Kaç para?" Adam şöyle baştan aşağı süzdü onu, sonra küçümseyici bir tavırla, "Sende bu kumaşı giyecek kalite yok. Sana satmam!" dedi. Bu hamleyle birlikte, kumaşı almak isteyen kişinin yanındaki arkadaşı devreye girdi ve fiyatı sorduğunu hatırlamıyorum ama "Tamam, ben alıyorum!" diyerek kumaşı satın aldı. Otobüs henüz hareket etmemişti. Kumaşı alan adamın yanındaki yolcu aceleyle indi, ardından kumaşı satan da indi. Şoför hareket etti ve kumaşı alan adama dönüp, "Abim, yengene götür de sofra bezi yapsın!" dedi. Ve devam etti: "O kadar uyardım, ne diye aldın? Aç bakalım kumaşı!" Adam açtı kumaşı... Yarım metre normal kumaş, gerisi pazen!
Aradan geçen yıllar, dolandırıcılığa adeta çağ atlattı. O günlerdeki basit "Kumaş tezgahı" yerini, bugün e-postalara, sosyal medya mesajlarına, telefon aramalarına, hatta yapay zeka destekli sahte seslere bıraktı. O dönemde "Alain Delon giyer" yalanına kanan saf insanlar, bugün "Yatırım fırsatı", "Hediye kazandınız" ya da "Banka hesabınız ele geçirildi" gibi daha sofistike kurgulara kurban oluyorlar. O zamanlar belki sadece birkaç yüz lira kaybediliyordu, şimdi ise birikimler, evler, arsalar...
Dolandırıcıların yöntemi değişse de, temel hedefleri hep aynı: Açgözlülük, korku, bilgi eksikliği ve saflık. Kimi zaman kolay yoldan zengin olma hayaliyle yola çıkanlar, kimi zaman da panikle yanlış kararlar verenler düşüyor tuzaklarına. Alanya'daki son operasyon da gösteriyor ki, bu "Açıkgözler" ve "Sözde hatipler" var oldukça, maalesef mağdurlar da olmaya devam edecek.
Peki, bu döngüden nasıl çıkacağız? Şartlar değişse de, dolandırıcılığın değişmeyen yüzünü nasıl tanıyacağız? Sanırım tek çare: Şüphecilik, bilgi ve uyanıklık. Unutmayın, hiç kimse size oturduğunuz yerden büyük paralar kazandırmaz. Hiçbir banka sizden telefonla şifre istemez. Ve eğer bir şey kulağa gerçek olamayacak kadar iyi geliyorsa, muhtemelen de değildir.
O yüzden, bir dahaki sefere karşınıza "Pırıl pırıl parlayan bir kucak dolusu kumaş" çıktığında, rengi ve deseni ne olursa olsun, bir an durup düşünün. Çünkü o "Parıltının" ardında, hala aynı eski pazen gizleniyor olabilir.