Türkiye Cumhuriyeti diye diye, mevcut cumhuriyeti yere göğe sığdıramıyoruz.
Bunu, kendilerini aydın, ilerici ve devrimci olarak lanse edenler de yapıyorlar.
Cumhuriyet sözcüğünün, tek başına bir anlam ifade etmediğini hala anlayabilmiş değiliz.
Laiklik ve demokrasiyle taçlanmamış bir cumhuriyetin, İran İslam Cumhuriyetinden ne farkı olabilir?
Bilim temelli eğitim ve öğretim yerine, din temelli eğitim ve öğretimin öne çıktığı, birçok bakanlığın bütçesinden fazla bir bütçeye sahip Diyanet İşleri’nin olduğu bir rejime laik cumhuriyet demek mümkün mü?
Çağdaş olduklarını iddia eden dostlar da, hala yüz yıl öncesinin değerlerinden, çok önemli aktörlerinden, bugün bile medet umarak, yarınlarımızı bunlar üzerinden inşa etmeye kalkabiliyorlar.
Halbuki, yarınlarımızı şekillendirmesi gerekenler, bugünkü değerlerimiz olmalı.
Yüz yıl öncesinin koşullarıyla, bugünün koşullarının farkının ne denli büyük olduğunu hala anlayabilmiş değiller.
Tarihe damgasını vurmuş büyüklerimize saygı duymak, onları yad etmek ne kadar doğruysa, onları tabulaştırarak tapınma noktasına taşımak da o kadar yanlış.
Hele hele, bu değerlerimizi, bugünün kısır çekişmelerinin ve siyasi kutuplaşmalarının bir parçası haline getirmek, onlara yapılmış en büyük haksızlık, hatta saygısızlıktır.
Bu değerler, istisnasız hepimizin, saygı duyup sevmesi gereken simgeler olarak gönlümüzde yaşamalılar.
Tıpkı, bayrağımız ve istiklal marşımız gibi.
Toplumsal gelişim ve değişimin temel dinamiğinin, “Üretim güçleri” ( Alt yapı) olduğundan, üretim güçlerinin üretim ilişkilerini, üretim ilişkilerinin de, üretim biçimini belirlediğinden yola çıkarsak, bundan yüz yıl öncesinin üretim güçleriyle yani alt yapısıyla bugünün altyapısını mukayese etmek mümkün mü?
Tabii ki değil.
Ustalar, altyapı üstyapıyı belirler dese de, bugün altyapı akıl almaz boyutlarda ileri giderken, üstyapının geri vitesine takması akıl alacak şey değil!
Laik Türkiye’den giderek uzaklaşmamızdan kaygı duyanlarımızın sayısı giderek artıyor.
Yüz yıl önceki teknolojiyi bir düşünün.
Ben bu dönemin belli bir bölümünü bire bir yaşayanlardanım.
Evlerde elektrik, su yoktu. Telefona daha yeni sahip olduk. Bir kentten diğer bir kente gitmeyi bırakın, herhangi bir kentin ilçelerine ulaşmak bile meseleydi. Otomobili olan yok gibiydi.
Türkiye’nin nüfusu on milyonlar seviyesinde, nüfusun yüzde 95’i okuma yazma bilmezken, yüzde 90’ı köylerde yaşıyordu.
Onca büyük savaşlardan çıkmış toplumda, yaşlılarla, kadın ve çocuklar ağırlıklıydı.
Türkiye’nin temelleri, koskoca Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü sonrasında, böylesine olumsuz bir zemin üzerine temelleri atılarak inşa edilmeye çalışıldı.
İnşaat tam anlamıyla hala tamamlanmış değil.
Bu inşaat, bugünün teknolojisini bilen, bugünün bilim, siyaset hatta önemli aktörleri ve siyasetçileriyle tamamlanabilir!