29 Ekim’i kutlama yarışı bu yıl erken başladı. Çünkü seçim yaklaşıyor, lakin iktidar ve küçük ortağının kullanacak barutu kalmadı. O yüzden, geleceği inşa edecek bir ortak ülkü bırakılmamış bu ülkede, halkın iki büyük dokunulmazı olan bayrak ve Atatürk’e, takiye yaparak sarılmak hala en geçer akçe gibi görünüyor.
29 Ekim kutlamaları her zamanki gibi yaman çelişkiler oluşturuyor. Cumhuriyet kavramı, içeriği özenle boşaltılarak ve değiştirilerek kullanıma sokuluyor. Ya da, içeriğini tartışmaya bile gerek duymadan bir festival havasına büründürülerek görevin tamamlandığı algısı yaratılıyor.
Kaç saniye süreceğini önceden tahmin ettiğimiz çelenk koyma; arkasından hangi çocuğun, hangi sırayla ve hangi siyasi oluşum ve görüşe atıf yaparak okuyacağını bildiğimiz şiirler ve konuşmalarla sıradanlaştırılmış resmi törenler.
Akşama ise fener alayı… Türk bayrakları ve Atatürk posterleriyle yürüyen zevatın arkasına sıralanmış halk… Coşkuyla, “Salla bayrağı düşman üstüne, arş…” diye marşlar söyleyerek yürüyorlar…
Yürürken, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’yle, hanedan ve soya bağlı bir imparatorluğun, düşman saydığı ülkelerin fethine dayalı devlet yapısına son verildiğini biliyorlar mı? O günlere özlem duyan ve o devri çağrıştıran simgeleri kullananlarla birlikte olunduğunun farkındalar mı?
Cumhuriyet’in özgürlük ve eşitlik gibi iki kavrama dayandığını; dahası yasama, yürütme ve yargı organları gibi temel kurumları barındırması gerektiği ve bu organların “kuvvetler ayrılığı” denen birbirinden bağımsızlığı ilkesini… Bu yüzden, tek kişilik egemenin kanun yapıcı güce kavuşamayacağını, söz verilen hukuk teminatı gereği yargıya talimat veremeyeceğini…
En önemlisi devletin laik olması gerektiğini; diyanet işleri denen kurumun devlet işlerini ve sosyal yaşamı düzenleyen bir fetva organı gibi işlev göremeyeceğini…
Cumhuriyetin, demokrasi kavramından farklı olarak kişi bağımsızlığı değil ama devletin kurumlarını gözeten politikalar uygulaması zorunluluğunu; tam da tersine günün siyasi iktidarınca devletin köklü kurumlarının bir bir yok edildiğini…
Vatandaşın söz söyleme yetkisinin kendi oylarıyla seçtiği milletvekilleriyle kurulan parlamentoda olması gerektiği ama yine bugünkü siyasi anlayışın yüce meclisi dağıtarak parlamenter demokrasiye son vermek istediğini biliyorlar mı?
Doğrudur, korkunç derecede ayrıştırılan bu ülkede bir ortak gelecek inşa etmek üzere birleşmek gerekiyor. Ve bunun için de, gerçek anlamıyla kutlanmasına bile dayanılamayan milli bayramlar en önemli motivasyon kaynağıdır. Ama kimlerle yüründüğünü bilmek, o beyinlerin ardındaki gerçek niyetleri okuyabilmek kaydıyla…