Çocuklar ve badem ağaçları

Bademleri kış ortası çiçeğe duran bir köyde doğup, bademe ve çiçeğe hasret bir kentte ölmek ne hazin… Ve ne hazin kentli bir ölüme övgüler düzecek kadar kentlileşmek, kendinden öteye düşmek. Tepeden tırnağa beyazlara bürünmüş...

Bademleri kış ortası çiçeğe duran bir köyde doğup, bademe ve çiçeğe hasret bir kentte ölmek ne hazin… Ve ne hazin kentli bir ölüme övgüler düzecek kadar kentlileşmek, kendinden öteye düşmek. Tepeden tırnağa beyazlara bürünmüş bir badem ağacı görmeden büyümek; badem ağaçlarından, dağlardan, baharat kokulu ihtiyarların masallarından mahrum olmaksa en hazini.

“Ela gözlüm ben bu elden gidersem

Ağla, gözyaşını sil melul melul” diyor türkü. Biz bütün illerden gittik, akın akın, sürü sürü kentlere doğru aktık. Ne biz ağladık giderken ne de arkamızdan ağlayacak ela gözlüler bulabildik. Hazin hikayelere göç ettik. İçinde eğreti duran hikayeleri baş tacı yaptık. Şimdi badem ağaçlarımız yapayalnız, hikayelerimiz öksüz kaldı dağ başlarında.

Ve olan çocuklarımıza oldu. Biz bir hikâyeden göç etmiştik, şimdilerde ırağına düşmüş olsak da bir hikâyemiz vardı. Bademlerin kış ortası insanı deli edercesine çiçeğe durduğunu biliyorduk. Oysa çocuklarımız hikâyesiz kaldılar. Başkalarının hikâyelerinde büyüdüler. Kış ortası bir bademin çıldırdığını hiç görmediler. Ve hiç görmediler ölürken bile hiç ölmeyecekmiş gibi duran bahar kokulu ihtiyarları. O ihtiyarlar ki bademler her çiçeğe durduğunda yüzlerine baharlar takınarak dolaşırlardı ortalıklarda. Çocuklarsa yüzlerinde bahar, nefeslerinde baharat taşıyan ihtiyarlara bakarak tanımlar ve tanırlardı hayatı.

Badem ağaçlarına ve çiçeklerine hasret bir kentte ölmek yazgıysa eğer yazgılarımızı yeniden yazmak gerek. Bahar yüzlü ihtiyarları ötelere sürgün etmiş bir hayata razı olmak, hazin bir öyküde yaşamaktır. Ötelere sürdüğümüz ve ötesine düştüğümüz her şey eksiltir bizi. Öyküleri hazin, ölümleri hazin; tamamı hüzündür bu hayatın.

Ve böyle hazin bir öyküde baba olmak, böyle bir hazin öykülere çocuklar doğurmak… Asıl fena olan da bu. Çocuklarının hikâyesiz bir hayata mahkûm olduğunu, hayatlarında bademlerin ve çiçeklerin hiç olmayacağını bilmek yüreklerini burkuyor anne babaların. Onlara sunduğumuz dünyanın onları bekleyen hayatın güzel olacağına inanırdık. Oysa şimdilerde inancımızı yitirdik. Ve biz inancımızı yitirince çocuklarımız yapayalnız, çaresiz kaldılar. Kentlere doğru aktıkça kolumuz kanadımız kırıldı, çocuklarımızı uzun ve bitmez yağmurlarda bıraktık.

Şimdi çocuklarımız yalnız, badem ağaçları uzak; yaşamak bir gönül ağrısı. Çocukların yüzlerinde uzun ve kahırlı hayatların izleri var. Oysa onların yüzlerine badem çiçekleri, yüreklerine baharın ılıklığı ve dillerine çocuksu şarkılar yaraşır.

Ela Gözlüm Ben Bu Elden Gidersem

Ela gözlüm ben bu elden gidersem

Zülfü perişanım kal melûl melûl

Kerem et aklından çıkarma beni

Ağla gözyaşını sil melül melûl

Elvan çiçekleri takma başına

Kudret kalemini çekme kaşına

Beni unutursan doyma yaşına

Gez benim aşkımla yol melûl melûl

Yiğit ey sevdiğim sen seni gözet

Karayı bağla da beyazı çöz at

Doldur ver badeyi bir daha uzat

Ayrılık şerbetin sal melül melûl

Karac’oğlan der ki ölüp ölünce

Ben de güzel sevdim kendi halimce

Varıp gurbet ele vasıl olunca

Dostlardan haberim al melûl melûl

Karacaoğlan