Fuarlarda ve okul söyleşilerinde çok ilginç sorular sorar çocuklar yazarlara. Bana en ilginç gelen sorulardan birisi, Çatalhöyüklülerin kakalarını nereye yaptığı olmuştu. Aklına takılmış genç okurumun.
Üç ciltlik Çatalhöyük Öyküleri’ni yazarken, aklıma hiç gelmemişti bu konu.
“Bilmem,” dedim, “her halde köyün çevresindeki çalılıkların arasına…” Ama bu soru başka soruları da getiriyordu yanında: Çatalhöyük’ün önemli özelliklerinden biri olan merdivenleri inip çıkamayacak durumdaki yaşlılar, geceleyin tuvalet gereksinimi olan öteki kişiler ve özellikle de çocuklar… Onlar nasıl çözümlüyordu bu sorunu?
O çağda yazı bulunmadığı ve günümüze yazılı bir belge kalmadığı için bilgilerimiz tahminlerle sınırlı. Sanırım Çatalhöyüklüler, bir “oturak” düzeni oluşturmuş olmalı. Ama dedim ya bilmiyorum.
Aslında tarih boyunca, “kaka kültürü” konusunda çok az bilgimiz var. Örneğin Fransa’da krallar bir oturağa yaparlarmış kakalarını, sonra uşaklar pencerenin birinden dışarıya boşaltıverirlermiş. Ama halk nasıl çözümlermiş, bilmiyorum doğrusu.
İnsanlık tarihinde çok uzun bir süre “tuvalet” kavramı oluşmadı. İnsanlar, bulundukları en uygun yerde gideriyorlardı bu gereksinimlerini, tıpkı hayvanlar gibi.
Uygarlık ilerleyip yerleşik yaşama geçilince, kaka önemli bir sorun olmaya başladı. Sümerlilerin, hacetlerini bir oturakta görüp, sonra bunu belli yerlere döktükleri sanılıyor.
Tuvaleti ilk bulup uygulayan Romalılar. Kakaları, çömeldikleri deliğin altına düşüyor, oradan akan suyla, bir birikme alanına sürükleniyordu. Romalıların böyle bir uygulamayı başlatmış olması çok önemli. Öteki ülkelerde yok ama böyle bir uygulama.
Bir yere tuvaletini yapıp, onu bir tanktan gelen su ile sürükleyip, uygun bir yere akıtma buluşu ilk olarak Kraliçe 1. Elizabeth zamanında, 1589 yılında John Harrington diye birinden gelmiş. Ama bu uygulamayı kent boyutunda gerçekleştirebilecek akarsu sistemi yok ki İngiltere’de o dönemde…
Hep merak etmişimdir: Binlerce kişilik bir ordu sefere çıktığında, onların karınları nasıl doyuruluyor, hacetleri nasıl gideriliyor?
Diyelim ki on bin, yirmi bin, daha çok asker seferde. Hadi beş yüz aşçı, karınlarını doyurabilecekleri kadar karavana üretebilsin? Ya öteki gereksinim nasıl giderilecek? İskender’in, Hannibal’ın, Timur’un, Fatih’in askerleri nasıl çözümledi bu sorunu? Hayal bile edemiyorum. Onca kaka ve kokusu, hayal gücümün tüm sınırlarını aşıyor.
Günümüzde her şey ne kolay. Sifonu çekiyorsun, bitiyor bu iş. Denizlere, akarsulara boşalıyor. Sen sağ ben selamet… Öyle mi ya? Bazı kakalar var ki, kokuları göklere ulaşsa bile temizlenemiyor. Sanırım kakaları da seçip ayıklamak gerek. Örneğin, mısırın kakası, gübre olur toprağa, kabul edilebilir. Ama bir motelin atık suyu, bir geminin sintinesi, denizi de deryayı da kirletir.
Denizlerimize ve akarsularımıza arıtılmadan boşaltılan atık suların yarattığı çevre kirliliği konusunda hiçbir şey söylememe gerek yok. Herkes yeterince okudu, TV kanallarından izledi bu konuyu. Alınan önlemler yeterli mi? Bilemiyorum. Yeterli olmadığını sanıyorum. Ama yeryüzünün en güzel kentlerinden biri olan Alanya’da, bu konuya her açıdan azami önem verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Dünyanın turizm yıldızlarından olan Alanya’nın , bu konuda en küçük bir ihmale bile hakkı, tahammülü yok. İrisi ufağı düşünülmeden, her tür “kaka” ince bir süzgeçten geçirilerek arıtılmalıdır…
Çatalhöyüklülerin kaka sorunlarından nereye geldik…
Sahi, Çatalhöyüklüler, kakalarını nereye yaparlardı acaba?