KASIM
da yol aldı gitti. Son günlerini tatlı bir gülümseme gibi ışıl ışıl güneş kırıntıları ile süsledi. Seneye görüşmek üzere der gibi göz kırptı, küçük yaramaz bir kız çocuğu gibi...
Aralıka 'Merhaba' derken, siyaset yine çamur lekeleri ile kirlenmeye devam ediyor. İnsanlara huzur batıyor bir yerde. İçten içe kendilerini kemiren hain düşüncelerin, ayaklarına dolaştığı anlarda yüz kızartıcı utangaçlıklara vesile olan hatalarla buluşuyorlar.
Şahsım adına köşe yazılarının haberlerden alıntılar gibi yazılmasına karşı olan bir düşünce yapısına sahibim. Sizlere burada gündemdeki haberleri kelimeleri değiştirerek tekrar sunmayı anlamlı bulmamakla beraber insanlara göremediklerini göstermeye çalışmayı ilke edindim bugüne dek fikirlerimde.
Fakat bu hafta gündeme dair kadın olarak bir çift söz de benim hakkım diye düşünüyorum.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu gündeme yine tabiri caiz ise bomba gibi düştü. Fakat bu defa gerçekten haddini fazlası ile zorlar hale geldiğini açık açık gösterdi.
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve ailesi üzerinde karalama çabası ile yürüttüğü siyasi görüşün çirkinliği bir kenara, oylarını almaya çalıştığı Türk kadınlarına hakaret niteliğindeki konuşması bana gerçekten pes artık dedirtti.
Yıllardır Kılıçdaroğlu'nun cumhurbaşkanımızı kötüleme çabasına karşı bünyemiz bağışıklık kazandı artık. Duyduğumuzda acaba bile demeden gülmeye başlıyoruz. Bunun temelinde yine sayın Kılıçdaroğlu kendisi yatmaktadır. Yalancı çoban hesabı öyle çok yalanla ve asılsız iftira ile çıktı ki halkın karşısına artık kimse şahsına inanma gereği duymuyor. Öyle ki gerçekleri bile söylese bir gün artık kimse ona inanmayacak.
Ne acı birşey ulu önderimiz M. Kemal Atatürk'ün kurduğu partiye bugün böyle bir ismin başkanlık etmesi. Atatürk'ün emanetini bu denli küçük düşürüp güven göçüne maruz bırakmak nasıl bir zihniyettir.
Bulunduğu makamın bilincinde olamamak. Bir duruşa sahip olamamak. Erdemden muhaf olmak...
Ve asıl konuşmak istediğim konu;
İstanbul Beylikdüzü Zübeyde Ana Sosyal Yaşam Merkezi
Salonu kalabalık, basın mensupları görev başında, kürsü boş...
Boş durmamalı, konuşmalı sayın Kılıçdaroğlu. Daha kırılmamış çok gönül, düşülmemiş çok gaf, düşünülmeden kurulan sayısız cümle var...
Geçiyor mikrofona hemen başlıyor ordan burdan konuşmasına. Sözün ucu kadına şiddete geliyor. İşte o an yıkılıyor içim...
Türk Kadını + Türk Erkeği = Türk Vatanı.
Bu denklemi gözüne sokasım geldi o an içimden.
Sayın Kılıçdaroğlu dön bir bak tarihe. Dön bir bak Türkiye nasıl Türkiye olmuş.
Dön bak utanmadan kadına şiddeti kendince açıkladığın kurumun adını aldığı Zübeyde anaya, Fikriye'ye, dön de bak Nene Hatun'a...
Bu vatan ne zor zamanlar gördü. Tarihinde kadınları ile omuz omuza savaşan bu halk geçim sıkıntısı diye hayat arkadaşlarını, yoldaşlarını hayvana bile yakışmayan şiddet diye bir şeye maruz bıraksınlar.
Kendini bilmez üç beş ruh hastasının yaptığı hatayı geçim sıkıntısına bağlayarak kadınlara uygulanan şiddeti kabul görür birşey gibi yansıtmak bu ülkede kimsenin haddine değildir. Türk kadını yoklukta taş pişirir de evlatlarına, kimseye göstermez sıkıntısını. Kan kusar içi de yüzü de güler eşine çocuklarına.
Kaldı ki Sayın Kılıçdaroğlu'nun mantığı ile gidersek dünya üzerinde gelişmemiş olan ülkelerde kadın cinsinin yok olması gerekmekte. Zira geçim sıkıntısında şiddet normal ise, suya bile muhtaç Afrika'da kadınlar sağ kalmazdı. Öyle saçma bir düşünce yapısına sahip ki sabahtan akşama kadar yazsam da bu saçmalıklarına cevap için ne zaman, ne kelime, ne de ömür yetmez.
Sayın Kılıçdaroğlu'na söylemek istediğimi toparlamam gerekir ise, su çamur ile kirlenmeyecek kadar saf bir olguya sahiptir. Çamur suya düştüğünde en fazla üç, beş dakika suyu bulandırır. Sonrası su kendi içinde çamuru sindirir ve durulur. Çamur mu? O en dipte layık olduğu yerde kalır...