KENTİN
sokaklarında ilerliyoruz. Gençlerin yoğunlukta olduğu caddenin sonunda, şehirdeki eski köprü bizi karşılıyor.
Köprünün girişinde inşa edilmiş, eskilerde değirmen olarak kullanılan bina, şimdilerde şarap dükkânı olarak hizmet veriyor. Yılbaşı öncesi olduğu için bütün insanlar ellerinde sıcak şarapları ile köprünün üzerinde.
Würzburg, tarihi dokusu, Alanya’nın da aday olduğu UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan yapıları dışında, şarapçılıkla ünlü. Her yer asma bahçesi.
Almanya denilince akla ilk olarak “bira” gelse de “Franconia” bölgesinde yer alan şarapçılık buranın kültürüne kesinlikle etki etmiş.
Eski köprü Avrupa’da sıklıkla rastlanan köprülerden…
Yol boyunca aziz heykelleri sağlı sollu eşlik ediyor.
Havada yağmur kokusu var, sağanak indirmeden arabaya dönmeye karar veriyoruz.
Konakladığım yer Würzburg merkezinin 4 km dışında “Höyhberg” adlı iki sıra yamacın üzerine inşa edilmiş bahçeli evlerden oluşan bir bölge. Eve yaklaşırken yağmur hızını arttırıyor. Tam eve dönüş yapacağımız sırada, ışıkların hemen ilerisinde yaşlı bir adam yağmurun altında gelen arabalara otostop çekiyor. Adam garip görünüşlü fakat yardıma muhtaç görünüyor.
İçimden, adamı alsak bıraksak keşke diye geçirirken bizim Benjamin’e bakıyorum, ben daha bir şey söylemeden adamı bırakmanın iyi bir fikir olabileceğini söylüyor.
Kavşaktan U dönüşü yapıp yaşlı adamı alıyoruz.
Würzburg’a biraz uzakta Ötingen adlı bir kasabada oturduğunu söylüyor. Mesafe biraz uzak ama yolda kalana yardım etmek insanlık gereği.
Yola koyuluyoruz, fakat daha 500 metre bile gitmemişken, virajın hemen ardında bekleyen, polis çevirmesinin ortasına düşüyoruz.
Yolun sol şeridinde geliş yönüne doğru park edilmiş iki polis arabası ve en az 10 kişilik bir polis grubu bizi durduruyor. Yılbaşı öncesi olduğu için rutin bir kontrol, fakat polisler bizim Benjamin’i 4 aşamalı bir testten geçiriyorlar. Yolun diğer tarafında, karanlıkta siyah giyinmiş bir polisin, bütün polis uygulamasını videoya kaydettiğini fark ediyorum.
İç ışıkları açık olan arabanın içinden kayıt yapan polise biraz dikkatle bakınca kamerasını hemen bana çeviriyor. Tahminimce zoom yaparak beni de kaydediyor.
Alman polisi sert ve disiplinli…
Hemen her yerde polisin etkisini hissediyorsunuz.
Benzeri bir olay Türkiye’de gerçekleşse, iyilik yapmak için aldığımız adam arabadan inip duruma müdahale ederdi diye düşünüyorum ama hiç tık yok. Sonradan öğreniyorum, polis arabadan in demedikten sonra inemiyormuşsunuz.
Benjamin araca geri dönüyor ve yola koyuluyoruz.
Arka koltuktaki yaşlı amcayla sohbete başlıyoruz. İngilizce bilmiyor, Benjamin çeviri ile bana adamın hikâyesini anlatıyor.
Alışveriş yaptıktan sonra yağmura yakalanıp durağa sığınmış fakat otobüs gelmeyince şansını denemiş ve bize denk gelmiş.
Sohbet esnasında “otoimmün” bir sağlık sorunu nedeniyle görme yetisini kaybettiğini söylüyor, ismi Urgen…
Büyük oranda görme engelliymiş.
Hastalığın nasıl ortaya çıktığını ve belirtilerini soruyorum, Urgen anlatıyor:
Bir gün her şey yolunda giderken görüntüler birden bire yoğun bir sisin ardında kayboldu diyor…
O günden sonra herhangi bir düzelme olmamış ve malulen emekli olmuş…
Yağmurlu bir gecede, Almanya’nın bir ucunda, yağmurda mahsur kalan, görme engelli bir insanın karşısına bizi çıkartan, tesadüf gibi görünen olaylar dizisinin sıra dışılığını fark ediyorum.
Nasibinde bizim gelip onu evine götürmemiz varmış.
Bir ihtiyaç sahibinin gören gözü olmak da, o gece bize nasipmiş...
Yağmurla ıslanan karanlık yolların içinden döne dolaşa kaldığım yere varıyoruz.
Uzun bir gezi oldu, hazırlanıp erkenden yatmaya gidiyorum.
Yeryüzündeki yaşantımda bir gün daha geçti, gezdik, öğrendik, deneyimledik.
Değil mi ki çok yaşayan değil de, çok gezen bilirmiş.
Haftaya “Bir gurbetçi hikâyesi” ile Almanya izlenimlerimi anlattığım yazı dizisi sona eriyor.
Sevgiyle kalın.