YÜRÜYE
yürüye büyük bir süpermarkete varıyoruz.
Yılbaşı öncesi herkes alışverişte, her yer tıklım tıklım.
Kasaların önleri havai fişeklerle dolu, yılbaşında herkes bunları atıyor, AB’nin mülteciler için Türkiye’ye söz verdiği ama bir türlü veremediği, Euro’lar fitili yakınca gökyüzüne yükseliyor mübalağasız…
Süpermarket girişinde, insanların bagajlarında taşıyarak getirdikleri plastik çöpleri attıkları “Otomatik plastik atık kumbaraları” var.
Getirdiğiniz malzemenin miktarına göre, (1 litrelik sağlam pet şişe 20 kuruş) makine size bir fiş veriyor sizde harcıyorsunuz.
Burada herkes çöpünü kente elektrik sağlayan, geri dönüşüm merkezine satıyor.
Böylelikle, doğada geri dönüşümü yüzyıllar alan malzemeler, kente elektrik enerjisi olarak geri dönüyor.
Bu bilgiden sonra kenti gezerken çöp kovalarına daha dikkatli bakmaya başlıyorum, mavi, kahverengi ve siyah olmak üzere, üç farklı çöp kutusu var. Herkes disiplinli bir şekilde plastik, cam ve diğer atıkları ayrı ayrı çöpe atıyor.
Herkesin çöp kutusu vergisi ayrı, eğer çöp verginizi vermiyorsanız, evdeki çöpü şehir merkezinde daha genel başka bir kutuya kadar taşımak atmak zorundasınız.
Alışveriş merkezi devasa...
Binlerce insan var. Fiyat oranlarına bakıyorum, Euro standardında yaşayan insanlar için Almanya’da hayat çok pahalı değil.
Yaklaşık 40 Euro’ya tavuk ve et dâhil olmak üzere temel ihtiyaçlarla arabanızı doldurabiliyorsunuz. TL olarak pahalı görünse de, buranın standartlarına göre ucuz.
Et tüketimi Almanya’da bizden çok daha fazla, ama fiyat oranları kesinlikle bize göre ucuz ama etlerde lezzet kesinlikle yok, endüstriyel üretim. Bizdeki lezzet standardındaki etler kilosu 50 Euro’dan başlıyor.
Süpermarkette konserve bölümünde bir etiket dikkatimi çekiyor. Jöle ya da bulamaç kıvamında işlenmiş olarak hayvan kanı satılıyor.
Basbayağı kan! Korku filmlerindeki vampirlerin soyu Avrupa’da hala devam ediyor.
Birde bizim sakatatımıza laf ederler (!)
Marketten sonra aracımızı kentin hemen başlangıcında, nehir kenarında suyun akışına paralel yürümeye başlıyoruz.
Eskiden endüstri bölgesi olan bu yer zamanla kentin içinde kaldığı için, kocaman bir geri dönüşüm tesisi kurmuşlar.
Yukarıda bahsettiğim plastik otomatlarından toplanan atıklar burada elektrik enerjisine dönüşüyor.
Uzun yüksek bacalarından gece gündüz filtre edilmiş beyaz renkte bir duman sürekli gökyüzüne karışıyor.
Fabrika olan yerin etrafında bulunan eski yapılarsa sanat galerileri ve kültür merkezine dönüştürülmüş.
Yeraltında bir tiyatro binası bile mevcut.
Kentin merkezine doğru, suyun kenarından kah tünellerden geçerek, kah köprüler aşarak ilerliyoruz.
Sokak aralarında bombardıman da zarar görmeden ayakta kalmış ve korunmuş bazı binalar dikkatimi çekiyor.
Kentin merkezinde bulunan ve 1719 – 1780 yılları arasında inşa edilen “Rezidens Würzburg” bombardımandan çok fazla yara almadan kurtulmuş. Güney Almanya'nın Barok tarzında inşa edilmiş en önemli binası olan bu yapı, Viyana'daki “Schönbrunn Sarayı” ve Paris teki “Versay Sarayı” ile aynı yapı özelliklerine sahip ve Bavyera Krallığı tarafından kullanılmış.
Şu anda müze olarak kullanılan binanın içinde, on iki adet Osmanlı Sultanı portresi mevcut.
(1.Osman, Orhan Gazi,1.Murat,1.Bayezid, İsa Çelebi, Musa Çelebi,1.Mehmet 2.Murat,2. Mehmet,2. Bayezid 1. Selim, Kanuni Sultan Süleyman,2.Selim,3.Murat)
Bombardıman esnasında ufak tefek zarar görmüş ama yıkılmadan ayakta kalmış.
Bombardıman deyip duruyoruz konuyu detaylandıralım.
16 Mart 1945 yılında, gece 225 tane İngiliz Lancaster bombardıman uçağı, gecenin karanlığında büyük bir gelerek, tam 17 dakika boyunca taşıdıkları bombaları kentin üzerine bırakmışlar.
Kentin yüzde 90 ı tamamen yıkılmış, kentin 10 bin olan nüfusu 5 bine düşmüş. Ayrıca, birçok Yahudi toplumsal örgütüne, Yahudi öğretmenlere ve Ruhban merkezine ev sahipliği yapmış olan Würzburg’dan 1941 ve 1943 arasında Doğu Avrupa’daki toplama kamplarına gönderilen insanlar da sayının azalmasına etki etmiş.
3 Nisan 1945 tarihinde ABD’nin 12. Zırhlı tümeni ve 42. Piyade tümeni tarafından 100 bin askerle işgal edilen Würzburg 5 Nisan 1945 ‘te Nazi’lerin yenilmesine kadar işgal altında kalmış.
Haftaya “Büyük Alman Makinesi” bir otostop ve polis kontrolü hikâyesi ile devam edecek.
Sevgiyle kalın.