Bu hale geldik…

'…Karşıdan karşıya geçmek için kaldırımdan yola adımınızı attığınızda; sizi gören ve size yaklaşan araç sürücüsünün, fren pedalına dokunmak yerine, gaz ile klaksona aynı anda yüklendiği; * Yine böyle bir durumda, hasbelkader...

“…Karşıdan karşıya geçmek için kaldırımdan yola adımınızı attığınızda; sizi gören ve size yaklaşan araç sürücüsünün, fren pedalına dokunmak yerine, gaz ile klaksona aynı anda yüklendiği;
* Yine böyle bir durumda, hasbelkader size yol verme beyefendiliğinde ya da hanımefendiliğinde bulunan bir sürücüye, arkasındakilerin korna eşliğinde el kol hareketleriyle tepki gösterdiği;
* Hemen herkesin sürekli kendine yönelik ‘empati’ beklediği ama kendisinin hiç ‘empati’ yapmadığı;
* İstisnaların kaideyi bozmamasının, ‘istisna’ halini aldığı;
* Kişiye özel yasal düzenleme yapılmasının (giderek) yadırganmadığı,
* Daha çok bağıranın, daha çok ses çıkaranın ‘haklı’ kabul edildiği;
* Telefona, “Alo, ben falanca… filancayla mı görüşüyorum?” yerine; direkt, “Kimsin? ” diye başlayanların çoğaldığı;
* Çifte standartların, ‘standart’ uygulamaya dönüştüğü;
* ‘Başım ağrıyor’ dediğinizde, karşınızdakinin ‘Geçmiş olsun’ bile demeden, ‘kendi sağlık sorunlarının, sizinkinden çok daha ciddi olduğunu…’ anlatmaya başladığı;
* Eleştiriye tahammülsüzlüğün toplumsal bir hastalık boyutuna ulaştığı;
* Samimiyet ile hadsizlik arasındaki ince çizginin kaybolduğu,
* Kuralsızlığın kurallaştığı;
* Cehaletin prim yaptığı; cahil cesaretinin özgüven sayıldığı;
* İnsanların sürekli olarak, evrensel kurallardan dem vurduğu ancak kendilerinin bu kuralları hiç uygulamadığı;
* Kolaycılığın, hatta sahtekârlığın, uygun atasözleriyle kılıflandırılarak makul gösterilip, normalleştirildiği;
* Anlamını bilmediği sözcükleri, üstelik de yanlış telaffuz ederek kullananların, entelektüel muamelesi gördüğü;
* “İyi ama o da” türünden kalıplarla başlayan cümleler vasıtasıyla, hep kötü örneklerin örnek gösterildiği;
* Okumak ve dinlemek yerine, seyretmek ve konuşmanın yeğlendiği;
* ‘Vefa’nın, İstanbul’da bir semt adı sanıldığı;
* Kişisel çıkarlar söz konusu olunca, her türlü inancın ayaklar altında paspas yapılabildiği;
* Önyargıların esaretindeki yargısız infaz anlayışının sıradanlaştığı;
* ‘Benim gibi düşünen, düşünmeyen’; ‘bizden olan, olmayan’ ayrımının yaygınlaştığı;
* Bunları yazana, “Sen halkı aşağılıyor musun?” diye tepki gösterildiği;
Netice de böyle bir listenin, daha sayfalar dolusu sürdürülebileceği ülkeye Türkiye denir.”
***
Yukarıdaki saptamalar, Vatan Gazetesi Yazarı Murat Çelik’in saptamaları.
Doğru mu?
Doğru…
Maalesef bu hale geldik…
Bir başka ifadeyle, bu hale getirildik...
Farkında olmadan, insansal değerlerimizden uzaklaşıyoruz. Ya da farkındayız da, farkında değil gibi davranıyoruz.
Kim bilir; belki de hep böyleydik.
Yani?
Yani kötü huylarımız, ahlaksızlıklarımız dün de vardı ama gizliyor ve saklıyorduk demek ki…
Şimdi baktık ki ortam müsait, koy verdik gittik kendimizi…