Bu coğrafyada yaşamayı hak etmiyoruz…

EVET, etmiyoruz! Çünkü ne değer biliyoruz, ne kıymet… Yönetenleriyle, yönetilenleriyle, yerlisiyle, yabancısıyla; biz bu coğrafyada, biz bu kentte yaşamayı hak etmiyoruz. Karınlarımızı bu deniz sayesinde doyuruyor ama denizimizin içine...

EVET

, etmiyoruz!

Çünkü ne değer biliyoruz, ne kıymet…

Yönetenleriyle, yönetilenleriyle, yerlisiyle, yabancısıyla; biz bu coğrafyada, biz bu kentte yaşamayı hak etmiyoruz.

Karınlarımızı bu deniz sayesinde doyuruyor ama denizimizin içine ediyoruz…

Kumsallarımızla övünüyor ama kumsallarımızı kendi ellerimizle öldürüyoruz…

Yeşilimizle, ormanlarımızla, yaylalarımızla övünüyor ama yeşilimizi, ormanlarımızı, yaylalarımızı katlediyoruz.

Sözün özü, eşsiz güzelliklere sahip bu coğrafyada yaşamayı, hak etmiyoruz.

Yakışmıyoruz bu coğrafyaya çünkü…

Benciliz çünkü…

‘Hep bana’

cıyız çünkü…

Kumsallarımızın tamamına yakını; hiçbir standart getirilmeden, hiçbir kural konmadan, ‘hep banacı zihniyetlilere’ parsel parsel parsellenmiş -kiralanmış (!)- durumda. Kiralanmayan bölümler de yine bu zihniyetin işgali altında.

Kısacası, bu ‘hep banacı zihniyet’, babalarının malı gibi kullanıyor kumsalı da, denizi de, hatta bulvar tarafında ki yeşil alanları da…

Kimi işletmeler, (Keykubat Kumsalı’nda olduğu gibi) kendi kafalarına göre maldanladıkları kumsala, atıyorlar yemek masalarını, yakıyorlar mangalları; kumsalı, açık hava restoranı(!) gibi kullanıyor(lar).

Kimi açgözlü işletmeler de kurdular barlarını kumun üzerine, kumsalı gece kulübü(!) gibi kullanıyor.

Kumsallarımız yamalı bohçaya döndü.

Ne denetim var, ne disiplin, ne de standart.

Her işletmeci(!) kafasına göre takılıyor.

Gündüz bir âlem gece ayrı bir âlem.

Hatalı yapılan mendirek yüzünden, yarı yarıya azalan kumsal derinliğini; neredeyse denizin sıfırından başlayarak şezlonglayan işletmeler, otel müşterisi olmayan insanlara, Çin işkencesi yaşatıyor.

Doğu yakası da böyle Alanya’nın, Batı yakası da…

Bu sorumsuzluk, bu vurdumduymazlık, bu laubalilik her geçen yıl katlanarak artıyor.

Akıllanmıyoruz bir türlü….

… …

İşin en acı yönü, bu konuları sıkça dillendirip, yazmamıza karşın; yetkili kurumlardan çıt çıkmıyor.

Biz yazıyoruz, biz okuyoruz yani.

Olan biten, ilgililerin(!) umurlarında değil.

Üzülüyor insan doğal olarak.

Şu ana kadar yaşanan bu olumsuzluklara sadece ve sadece sağ olsun, Alanya CHP İlçe Başkanı Coşkun Karadağ tepki verdi.

Coşkun Başkan da parsel parsel parsellenen(!) kumsallarımızın işletmecilerinden(!) yakınıp; “Bu halk nerede, nasıl denize girecek? Kim durduracak yasa dışı bu işgalleri?” dedi.

Sağ ol Coşkun Başkanım, yüreğine sağlık…

Dilerim bu çıkışınız, vurdumduymaz ilgilileri kendine getirir.

* * *

Bir başka konu daha var.

O konu da kentsel dönüşüm konusu.

Binalar yıkılıyor; aynı taban alanında yeni binalar yükseliyor.

Ne yeşil alan var, ne otopark.

Dönüşen hiçbir şey yok aslında. Eski hamam, eski tas.

… …

Hiç akıllanmıyoruz, hiç.

Oysa pek çok şeyi çözmek mümkün(dü) bu yasayla.

Örneğin hunharca yok edilen yeşil alanlar (kısmen) yeniden yaratılabilir(di) bu uygulamayla.

Yine kısmen otopark sorunu da çözülebilir(di).

Yeni yapılan binaların bodrum katlarına, otopark yapımı zorunlu hale getirilebilir(di).

Ama yok.

Yık, bir kat fazlasıyla (yer yer daha fazla kat sayısıyla) yenisini yap…

Ne değişişti ya da ne değişiyor.

Hiçbir şey…

Beton, beton, beton…

Dağ, taş beton…

Sağdan bak beton, soldan bak beton, tepeden bak beton..

… …

İnandığım bir şey var; hep söyler, hep yazarım.

Yapılan ya da yaptırılan şey ne olursa olsun; yapanın da yaptıranın da “içinden gelecek.”

İçten gelerek yapılmayan ya da yaptırılmayan işten hayır gelmiyor.

Ve bu coğrafya da hiçbir iş, ülkenin geleceği düşünülerek, içten gelerek, aşkla, şevkle yapılmıyor.

Gelecek düşünülerek, ilerisi düşünülerek değil; günü kurtarma adına yapılıyor pek çok şey.

O nedenle çarpılıyor, o nedenle betonlaşıyoruz.

Bu coğrafyada yaşamayı hak etmiyoruz biz.