"
UMUTLARIMI
kuşanarak, bavulumu, tasımı tarağımı toplayarak kıraç topraklardan göçmüş gariban bir esnafım ben" dedi, köşe yazılarımdaki fotoğraftan tanıyan bir butikçi.
"Ben de memleketteki tarlamı tapanımı satıp, çoluk çocuğu sırtlanıp ekmek davasına çapayı Alanya'ya atmış bir garibanım" dedi yan komşusu.
Suratlarına çökmüş umutsuzluğu sayfalarca yazsam, inanın, edebiyatın betimleme üstadı Ahmet Hamdi Tanpınar yukarıdan inip alnımdan öperdi, o kadar diyeyim.
5 sene önce çıkmışlar gurbete, kader birliği yapmışlar, el ele verip önce Kemer'e, ertesi sene Kuşadası'na, son olarak Alanya'ya gelmişler.
"Kaderimiz kırık gasteci abi, nereye gitsek maya tutmuyor" dedi, yaşı geçkince olanı.
"Geçen sene geldik, dükkanı kiraladık, toptancıya borçlanıp malı yığdık, tam işler rayına girdi derken Rus uçağı asıl bizim tepemize düştü" dedi, genç ama yaşı geçkin olandan daha umutsuz olanı.
"Röportaj yapayım sizinle, turistik esnafın durumunu anlatın, haber yapalım" dedim, ortak suç işleyip foyaları ortaya çıkan zanlılar gibi korkarak, ürkerek birbirlerine baktılar.
"Yok, olmaz gasteci abi. Biz söyleyelim sen yaz ama ismimizi resmimizi basma bir yere. Zaten işler kırık, kimseyle papaz olmayalım" dedi, yaşı ve umutları en geçkin olanı.
"Bakın, sezon daha yeni başlıyor. Ukrayna'dan, Rusya'dan umutlu haberler geliyor" dedim, yaşı daha genç olan ama gözlerinden umutsuzluk akan, "Abim, Rusya ve Ukrayna'dan 10 milyon turist gelse bizim neyimize" dedi.
Alacağım cevabı bile bile, sırf sohbet ilerlesin diye "Neden?" dedim.
"Ukraynalı veya Rus turist alışverişi bilmiyor. Cebindeki para zaten kısıtlı. Uçaktan iniyor, otobüsle oteline geliyor, ondan sonra o turisti ara ki bulasın" dedi, yaşı geçkin ama alışveriş kültürü olan, gezip tozmayı seven, cebinde parası olan Avrupalı turiste hasret olanı.
Şöyle devam etti...
"Bir elin beş parmağı bir değil. İçimizde 'Bu seneyi kurtarayım, seneye Allah kerim' deyip turiste kazık atan, kandıran çok. Daha geçen gün ünlü bir markanın imitasyon çantasını Rus turiste 'gerçek' diye 3 bin Dolar'a satmış aha şuradaki esnafın biri. Rus turist gerçeği öğrenince gecenin bir yarısı geldi, çarşıda ortalığı ayağa kaldırdı, sahtekâr esnaf sırf polisle zabıtayla papaz olmamak için parasını iade etti, çantayı geri aldı. Biz biraz uzaktaydık, olaylara şahit olduk, Rus turistin bağıra çağıra giderken 'Bir daha Türkiye'den alışveriş yapmayacağım' dediğini duydum."
Yaşı daha genç olup, durgunluğundan, zihninin bir köşesinde akşam evine ekmek götürüp götüremeyeceğini düşündüğünü tahmin ettiğim diğeri, "Sen turist olsan bir daha Alanya'ya gelir misin, gelsen bile çarşıya iner misin gasteci abi?" dedi.
İçimden, "Gelmem" dedim, dışımdan, "Düşünürüm" dedim.
Meşhur hikayedir, nakledeyim.
Ünlü İletişim Psikolojisi Uzmanı Doğan Cüceloğlu, bir seminerinde yere bir parça ekmek koymuş ve salondakilere, "İçinizde bu ekmeğe basabilecek birisi var mı?" diye sormuş.
Hiç ses çıkmamış.
"Sahneye gelip bu ekmek parçasına basana 100 Dolar vereceğim" diye devam etmiş, salondan yine çıt yok!
Fiyatı artırarak 5 bin Dolar'a kadar getirmiş.
Bu sırada salonda bulunanlardan birisi, "Hocam, istersen 500 bin Dolar ver, yine bize o ekmeği çiğnetemezsin, boşuna uğraşma!" demiş.
Doğan Hoca, "İşte, değerler eğitimi budur" diye noktayı koymuş.
Bu da bir başka hikaye...
Taklit mal üretimi konusunda namı dünyaya yayılan Çin'e gidip ünlü markaların logolarını imitasyon/çakma mallara bastırmak isteyen iki Türk, Çinlilerle akşam yemeğine gittiklerinde, "Bu yemeklerde domuz eti yok değil mi? Dinimize göre domuz eti yemek haram" demişler.
Ev sahibi Çinliler şaşırmışlar, "Türkiye'ye götürüp satacağınız ürünlere ünlü markaların logolarını bastırırken helal, domuz eti yemeniz mi haram?" cevabı vermişler.
"Değerler Eğitimi" önce ailede başlar, birey yontulmaya okulda devam eder, sosyal hayatta yaşadıkları ise son yontulma evresidir.
"Çakma" malı "gerçek" diye satıp turisti kazıklayan esnaf... Müşterisine açık büfede "et" diye "soya", "alkol" diye "kolonya" ikram eden otelci... "Taksimetre çok yazsın" diye üç adımlık yere dolaşa dolaşa yarım saatte giden taksici... Ve daha niceleri... Hangi iklimde yetişti, hangi mevsimde büyüdü, ekmeğe basmaktan bile korkarken kendi ekmek paramıza neden kurşun sıkar olduk, biz toplum olarak neydik, ne olduk, en önemlisi ne olacağız?
Son yıllarda duyduğum, tanık olduğum, birebir yaşadığım olaylardan sonra Alanya'yı "brokoli" sebzesine benzetiyorum.
Denizi, kumu, güneşi, tarihi eserleri, sosyal hayatı ile çok faydalı, çok güzel bir şehir... Ama "işini doğru düzgün yapanları tenzih ederek", kazıkçı, kandırıkçı, üçkağıtçı vergi levhası sahipleri yüzünden tatsız tuzsuz bir şehir olmaya başladı.