Bize dokunmayan yılan bin yaşasın mı

​'BANA dokunmayan yılan bin yaşasın.' Bu sözü duyunca içinizden 'Aynen öyle!' diyenler de var, 'Vay canına, ne hâle gelmişiz!' diyenler de. Bugün, dilimizin altında sinsice yatan, bizi biz yapan ama bir yandan da içimizi kemiren o meşhur sözlere bakacağız.

​Hadi en baştan başlayalım: "Devletin malı deniz, yemeyen keriz."

Yahu, bu ne demek? Devletin malı dediğin, hepimizin vergisi, hepimizin ortak malı. Ama biz, sanki bir düşman ganimetiymiş gibi görüyoruz. Bu söz, aslında hepimizin sahip çıktığı o ortak varlığın, bir anda kimsesiz bir pula dönüştüğünü gösteriyor. Herkes çalınandan şikâyetçi ama "fırsat bu fırsat" dendiğinde de kimse geri kalmıyor. İşte bu, toplumu kemiren en büyük güven kırılmasıdır.

​Sonra geliyor o meşhur üçlü: "Köşeyi dönmek için her yol mübah, "Parayı veren düdüğü çalar" ve "Bal tutan parmağını yalar." Bu sözler, sanki 'Dürüstlük karın doyurmaz' demek istiyor. Başarıyı sadece para kazanmakla ölçen, bu uğurda kural tanımamayı ise marifet sayan bir kafa yapısı bu. Bal tutan parmağını yalar da bal kimin?

Hatta daha acısı var: "Haram yiyenler doyar, helal yiyenler aç kalır." Bu söz, resmen dürüst insanı saf yerine koyuyor ve yozlaşmayı bize kader gibi yutturmaya çalışıyor.

Oysa biliyoruz ki, bir toplumda kuralı esnetmek beceri değil, çürümenin ta kendisidir.

​Peki ya o "göz görmeyince..." rahatlığı? "Üzümü ye, bağını sorma" ve "Göz görmeyince gönül katlanır." Yani diyor ki, sana bir fayda sağlanıyorsa, o faydanın nereden geldiği seni ilgilendirmesin. Çalınmış mı, hakkıyla mı kazanılmış, etik mi değil mi? Boş ver! Kimse görmüyorsa sorun yok. Bu, özellikle yolsuzluğun kol gezdiği yerlerde, "Görmedim, duymadım, bilmiyorum" demeyi bir yaşam biçimi hâline getiren tehlikeli bir söz. İnsanları, vicdanını susturmaya ve bile isteye cahil kalmaya teşvik ediyor.

​Ve tabii ki, listenin şampiyonu: "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın." İşte bütün suyun akışını değiştiren, toplumsal sorumluluğu tamamen bitiren söz bu. Komşunun evine hırsız girmiş, malı talan ediliyor, ama bana dokunmadığı sürece, keyfim yerinde. Herkes kendi küçük dünyasına çekiliyor. Bu zihniyet, komşunun kapısındaki yangını izlemeyi öğütler. Ama şunu unutuyor: O yılan bir gün mutlaka size de dokunacak. O zaman da yardım isteyecek kimseyi bulamazsınız, çünkü herkes o yılanın bin yaşamasını izlemekle meşguldü.

​ Son olarak, o bizim meşhur esnekliğimiz: "Kervan yolda düzülür" ve "Zararın neresinden dönersen kârdır." Bir yandan pratik zekâ gibi duruyor ama aslında 'plansızlık iyidir, kurallar sonra halledilir' demenin kibarcası.

Bu, hep geçici çözümler üretmemize, işi baştan savmamıza ve kaliteden ödün vermemize neden oluyor.

​Kısacası, dilimizdeki bu sözler, ne kadar zengin olursa olsun, aslında toplumsal ahlakımızın ne kadar esnek ve geçirgen olduğunu gösteriyor. Bir milletin gerçek karakteri, en çok hangi sözleri hayat rehberi yaptığıyla ortaya çıkar. Şimdi karar verelim: Biz, o yılanın bin yaşamasını izleyen mi, yoksa "Bize dokunmasa da bu yılanın burada yeri yok" deyip sopayı eline alan mı olacağız?

​Esen kalın...