SOSYAL
medyayı geç kullanmaya başlayanlardanım. Twitter’ın haber alma özelliğini sevdim. Facebook’ta ise insanların özel yaşamlarını sergilemeleri ve başkalarınınkini merak etmelerini tuhaf bulmuştum. Ama programın yaratıcısı Zuckerberg tam da bu amaçla yazılımı hazırlamamış mıydı?
Kısa zamanda sosyal medyada arkadaşlık/ilişki kurarken nelere dikkat edeceğimi öğrendim. Ayrımcılık, cinsiyetçilik, ırkçılık, hakaret, küfür, aşağılama, onur kırıcı sözler içeren mesaj sahipleri ile hiç temas kurmadım.
Fotoğrafın, görselliğin gücünü keşfettim; onun özene bezene hazırladığım bir köşe yazısına göre çok daha çabuk beğeni aldığını gördüm.
Daha sonra bir şey fark ettim; insanlar düşünsel, siyasal, dünya görüşü açısından benzeştikleri insanlarla ilişki kuruyorlardı. Bir kapalı gurup gibi davranıyorlar, diğer yaşam şekillerinden haberdar olmuyorlardı. Bu, belki de kendilerini daha iyi hissetmelerine neden oluyordu.
Yüzlerce, binlerce takipçisi olsa bile verdikleri mesajların toplumun tümüne ulaşmadığını, kendi içlerinde sınırlı kaldığını anlamıyorlardı. İşin daha da ilginci görüşleri, fikirleri, beğenileri o gurup içinde onandıkça, kendilerinin haklılığının mutlaklaştığını var sayıp güçleniyorlardı. Bir tür tatmin aracıydı sosyal medya.
Paylaşımlar, mesajlar, beğeniler benzer yapıda değerlendirildiği için diğerlerinin(!) ne düşündüğü konusunda hiç fikir sahibi olunmuyordu. İşin vahimi buna ihtiyaç da duyulmuyordu.
Derken, özellikle seçim zamanlarında trol denilen tetikçilerle tanışıldı. Yalnızca saldırı amacıyla yazıyorlar, ağza alınmayacak küfürler, hakaretler, yalan suçlamalarla saldırıyorlardı.
“Hamama giren terler” mantığıyla düşünüldüğünde, bir dava uğruna yola çıkanların, siyasilerin, medyada boy gösterenlerin makûs talihi olarak algılandı, bu durum.
Özellikle takipçi olmayanların yaptıkları yorumlarından, yazılanları okumadan, anlamadan yazdıkları görülüyordu. Yalnızca o sırada aklından ne geçiyorsa ya da bu konuda nasıl gelişmiş bir fikri varsa onu sıralıyordu, yanıt olarak.
Hele bir de hedefteki kişiyle tanışıklık, her hangi bir platform ortaklığı yoksa kırıcı olmaktan başlayıp, ağza alınmayacak hakaretlere kadar uzanıyordu saldırganlık. Ne yazık ki hemşerilik de dâhil hiçbir bağı olmayanlar kullanılıyordu, bu rahat atış ortamı için.
Son zamanlarda ise sosyal medyanın bir karalama, linç, gözden düşürme operasyonu yapmak için uygunluğunu düşündüm. Daha önce temas kurulmayan, yazının başında sözünü ettiğim o başka gurupların yazışma platformuna girince, ne denli hoşgörüsüz, kendi dünya görüşlerinin dışındakilerin fikirlerini bile dinlemeyecek tahammülsüzlükte olduklarını dehşetle gördüm.
Ülkemizin parçalanmaya, insanımızın ayrıştırılmaya çalışıldığı bir sır değil. İnsan düşünmeden edemiyor; acaba sosyal medyanın olmadığı, düşüncelerin daha az ama uygarca, uygun sözcüklerle paylaşıldığı ortamlar daha mı iyiydi? Şimdiki gibi kırıcı, kendinden olmayanı yok sayıcı, herkesin ağzına geleni söylemesiyle rahatladığı ve asla bir araya gelinemeyeceğinin anlaşıldığı tehlikeli sanal yazışmalar yerine, eski günlerdeki gibi birbirimizden habersiz olsaydık, daha mı az ayrışırdık?