Gece, soğuk, karanlık, bir beton yığınının arasına sıkışmış, bir taraflarını hissetmeyen, zaman kavramını kaybetmiş, umutla ya da umutsuzca yardım bekleyen bedenler, çocuklar, kadınlar, erkekler…
Sebep; çalınan malzeme, sözde denetimli yapılar, ucuza mal etme, kılıfına uydurma, cebi doldurma…
Sonuç; kağıttan beton yığınlarının arasında kimi anında, kimi zamanında ulaşılamamaktan, saatler, günler sonunda ölen, kimi sakatlanan, kimi fiziken sağlam çıkabilen insanlar… Yaşanan şoklar, onarılması uzun süre alacak psikolojik travmalar, dağılan aileler, yıkılan yuvalar, yanan yürekler… Maddi ve manevi bir yıkım, toplumsal bir yara…
Türkiye’nin dört bir yanından yardımlar yağıyor. Pazar gününden beri tüm TV kanalları ve gazetelerde, kurtarma çalışmalarını izliyoruz, deprem haberleri, yorumlar, yardım kampanyaları yapılıyor.
Tırlarla yardımlar akıyor Van’a. Ama senaryo yine aynı. Tırların önü kesilip talan edilen yardımlar, insanın ölümünden nemalanan leş kargaları gibi gelen yardımları alıp satan fırsatçılar, müteahhidi olduğu binası yıkılan, ama sapasağlam duran üç katlı kendi villasının bahçesine iki çadır alıp kuran o adam… Bunca insan özveriyle, biriktirdikleri üç beş kuruşu göndermeye çalışırken , yardımların yerine ulaşamayacağı ve o fırsatçıların eline geçecek olması düşüncesi beni korkutuyor…
Depremden hemen önce terörü konuşuyorduk, ne uğruna olduğunu bile fark edemeden haince öldürülen gencecik insanlar, yine yanan yürekler, dağılan yuvalar…
Doğal afetler konusunda insanoğlu çaresiz kalıyor, ama onun getirdiği yıkımın büyüklüğünün nedeni genelde yine insan hatası ve bencilliği oluyor.
İlkel çağlarda insanın en temel ihtiyacı, yeme içme, barınma ve güvenlikti. Aslında bu temel ihtiyaçlar hiç değişmedi. İnsanın yaşamını sürdürebilmesi için yine bu ihtiyaçların karşılanması yeterli. Ötesi huzur ve sağlık…
Önceleri, artan nüfus, daha rahat ve refah yaşama isteği, yeni topraklar ele geçirme, büyüme hırsı, insanların toprak için savaşmasına, pek çok insanın katledilmesine neden oluyor. Şimdilerde sorun yine aynı gibi görünse de, doğrudan (terör) veya dolaylı (depremde yıkılan binalar gibi) yapılan katliamlar, aslında hep birilerinin cebini doldurmasına hizmet ediyor.
Terörü haklı çıkarmak için öne sürdükleri gerekçe ne? Haklarını elde etmek.
Haklar; başkalarının yaşam hakkını elinden alarak elde edilmez.
Hakkını isteyen insan çalışır. Her platformda. İşte, siyasette…
Karnını doyurduğu, imkanlarından yararlandığı ülkesi için, zor gününde tek yürek olan toplumu için çalışır. Sağlığını korumak için gelen doktorunu, bilgilendirmek, aydınlatmak için gelen öğretmenini, onların haklarını savunmak için gelen hakimini, savcısını, polisini, askerini korur, korkutarak, kaçırarak, işkence ederek yıldırmaz. Yapılan yatırımların altına dinamit koymaz.
Yaşatmak için çalışır, ağacı ,hayvanı, insanı. Öldürmek için değil. Nazım Hikmet’in dediği gibi “Yaşamak, bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine.”