GÜNÜMÜZDE
, bilgi kirliliği tavan yapmış durumda.
Enformasyon ve dezenformasyon bombardımanı karşısında, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlamak çok zor.
Asparagas haberler ise gırla gidiyor.
İdeolojik farklılıklara dayalı siyasi yapılanmaların, olayları ve gelişmeleri hatta her tür bilgiyi çarpıtmaya, toplumu yanıltmaya dönük söylemleri karşısında insan şaşırıp kalıyor.
Bu konuda, salt siyasetçileri suçlamak da doğru değil.
Hepimiz, şu ya da bu nedene dayalı olarak, kutuplaşmak için neredeyse birbirimizle yarışıyoruz.
Birey ve toplum olarak, bu kutuplaşmanın fanatizmi içinde, doğruyu arama yerine, sempati duyduğumuz ya da yandaşı olduğumuz yapılanmanın her dediğini doğru olarak kabul edip, karşıt düşünsel yaklaşımları tamamen reddetmekle meşgulüz.
Her tür düşünsel açılımı araştırma, tartışma yerine, salt bir yapıya demir atıp, diğer bakış açılarını bırakın eleştirmekle yetinmeyi, düşman ilan etme saçmalığı içine giriyoruz.
Son yıllarda, şu ya da bu nedene dayalı olarak “SEVR” ile “LOZAN” daha doğrusu Osmanlılık-Türkiyelilik muhabbeti yapılmakta!
Kimi, Lozan anlaşmasını beceriksizlik olarak değerlendirirken, kimi de Sevr’den sonra Lozan’ın büyük başarı olduğunu iddia ediyor.
İktidarın Suriye politikasına dönük eleştiriler yapılırken “Ne işimiz var Suriye’de?” diyenlere karşı, Lozan’ı yetersiz bulanların 'Sevr’i bize dayatmaya çalışanlar var' demeleri ilginç!
Demek ki, Sevr kötü ki, Lozan da belirlenmiş sınırları korumak için Suriye’de çatışıyoruz.
Bugün için Suriye’de aktif olmanın kaçınılmazlığından söz edilebilir ama başlangıçta yani Arap Baharı masalında, Arapların özellikle de Mısır ve Suriye’deki iktidar kavgalarında taraf olmamamız gerekirdi gibi geliyor bana!