Bence hukuk!

Baştan söyleyeyim; başlık yanlış, böyle başlık olmaz. Bence, sence diye hukuk olmaz. Esas olan ve olması istenilen, hukuk ve adalet anlayışının evrensel normlara uygunluğudur. Ne yazık ki herkes her konuda kendini söz söylemeye yetkin kılıyor....

Baştan söyleyeyim; başlık yanlış, böyle başlık olmaz. Bence, sence diye hukuk olmaz. Esas olan ve olması istenilen, hukuk ve adalet anlayışının evrensel normlara uygunluğudur. Ne yazık ki herkes her konuda kendini söz söylemeye yetkin kılıyor. Affınıza sığınarak bu konudaki boşboğazlık hakkımı kullanmak istiyorum.
Önceleri Küçük Emrah, Küçük İbo’yla başladı işler. Kesmedi, Hülya-Tanju ilişkisiyle ülke aylarca meşgul edildi. Artık sermaye, basını ele geçirmişti. Gündemi iktidar lehine belirleme ve devlet ihalelerini paylaşma yarış haline gelmişti. Ve her gündem değişikliğinde; bakalım bu sefer bunun altından hangi çapanoğlu çıkacak diye beklerdik! Devrin başbakanı gündem olsun diye ünlü “Biraz da Küçük Turgut’la uğraşın” sözünün amacı, özelleştirmeleri ve batık bankaları halkın dikkatinden kaçırmaktı.
1980 Eylül’ü ülkenin kırılma noktasıdır. Büyük değişimler, onarılmaz yabancılaşmaya da neden oldu. Yargısız infazlar, faili meçhul cinayetler, insanlık onuruna yakışmayan işkenceler yaşandı. Malı götüren el üstünde tutulurken, baklava çalan 16 yıl hapis yedi. Aradan 30 yıl geçmesine karşın hukuk ve adalet anlayışında evrensel normlara yaklaştığımız söylenemez. Tersine, sermayenin işine gelmeyen 1961 Anayasasını özlemle anar olduk. 80 öncesi erkekler, devam mecburiyeti olmadığından ve askerlikten yırtma amacıyla Hukuk ve İktisat Fakültelerine kayıt yaptırırlardı. Günümüzde, değişen koşullar gereği bu meslekler cazip hale geldi. Şimdi gençler okul seçiminde meslek idealinden çok nasıl zengin olurum düşüncesindeler. Bu testli, dershaneli komik eğitim sistemiyle; kalfa, mübaşir, sıhhiyeci vs ancak çıkarırız.
Sokaktaki adamın adalet anlayışı ben merkezlidir. Başı sıkıştı mı “Yüce Türk adaletine güveniyorum” der. Sorumluluktan kaçmak için de “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” kolaycılığına kaçar. Aylarca, yıllarca tutuklu bulunan sivillerin ve askerlerin sokaktaki adamdan daha duyarlı olmalarını isteme hakları vardır. Habur Sınır Kapısı’nda kurulan ve jet hızıyla sonuçlanan mahkeme ayrılıkçı teröriste uygun görülürken; yazarları, askerleri, sporcuları savunmasız içeride tutmak ne kadar ahlak ve adalet anlayışına uygundur?
Elbette her milletin; katili, ırz düşmanını, vatan hainini, hırsızı ve benzerlerini toplumdan soyutlama hakkı vardır. Tutuklama işi aynı zamanda toplumun huzurunu, suçlunun can güvenliğini sağlama işidir. Adalet kamu vicdanını rahatlatamazsa hukuksuzluk sokağa taşar ve anarşi başlar. Şimdi soru şudur; yıllardır tutuklu bulunanların can güvenliği dışarıda sağlanamaz düşüncesiyle mi içeride tutulmaktadırlar? Vergi mi vermediler? Çok mu insan öldürdüler. Ülkelerini hiç mi sevmediler?
Terörle birlikte gündemden düşmeyen ve lastik gibi uzatılan davalara bakıca, insan ister istemez altıda çapanoğlu arıyor. Bu kaotik ortamdan şikayetçi olmayan tek kuruluş arabesk sermaye grubu TÜSİAD’dır. 1980 sonrası nüfus artarken sendikalı işçi sayısının azalması çok mu adildir? Ne kadın hakları ne insan hakları; bunlar istismara açık konulardır. Bildiğim tek hak vardır, o da yaşama hakkıdır. Bu hakkın temeli de savunma hakkıdır. Adalet sermayenin değil devletin temeli olmalıdır. Hakimiyet kayısız şartsız milletinse, milletin bu sessizliği hiç hayra alamet değil…