İKİ insan bir araya geldiğinde sanat, tarih, bilim konuşan; sosyal konular üzerine tartışan ve karşılıklı bilgi alışverişinde bulunan bir toplum hayal edin.
Böyle bir toplum her alanda ilerlemiş, mutlu ve kendi içinde barışık olurdu. Peki, ya biz? Biz kimiz ve nerede duruyoruz?
İşte tam bu noktada, “Beğenmeme alışkanlığı” denilen o tuhaf sendromla yüzleşiyoruz. Devleti kim yönetirse yönetsin beğenmiyoruz. Hastanede doktoru, lokantada garsonu eleştiriyoruz. Vali, kaymakam, belediye başkanı, muhtar… Kim varsa, hep onların yanlışlarını arıyor, doğrularını göz ardı ediyoruz.
Futbol maçında iki güzide takımın oyuncularını ve oynanan oyunu değil, hakemi mercek altına alıyoruz. Yenilginin faturasını oyunculara değil, hakeme kesiyoruz.
Uçağa bindiğimizde pilotu, otobüste şoförü eleştiriyoruz. Radara yakalanınca suçu polise atıyoruz.
Başarıyı her zaman kendi hanemize yazarken, başarısızlığın sorumluluğunu karşı tarafa yüklüyoruz.
Sırada beklemek yerine “kaynak” yapıyor, sonra sistemin düzensizliğinden yakınıyoruz. İşe torpille giriyor, sonra iş bilmeyen görevlileri eleştiriyoruz. Deprem için önlem almak yerine müteahhitte kızıyoruz.
Trafik kazasında trafik canavarını suçluyoruz. Hep hedefimizde birileri var.
Oysa bir kurumu, bir fabrikayı, bir tarlayı, yani hayata dair her şeyi iyi ya da kötü yapan insanın ta kendisidir.
Bir iş yerini, köyü, kasabayı, şehri koruyacak, kollayacak, temiz tutacak olan asıl makam, insanlık makamıdır.
Kurumlar sadece bu konuda yasal düzenlemeler yapar, uyarıcı ve denetleyici bir rol üstlenir.
Orman yangınlarına sebep olan tek bir sincap yoktur.
Kendi denizini kirleten bir balık, gökyüzünü zehirleyen tek bir kuş yoktur.
Önce biz insanlar, yani hepimiz hemen her alanda duyarlı ve ahlaklı olmalıyız ki bu olumlu davranışlar genele yansısın.
Kolay yoldan köşeyi dönme, emek vermeden zengin olma gibi yöntemler her zaman vardı. Ama eskiden çocuklara “Büyüyünce ne olacaksın?” diye sorulduğunda, “öğretmen,” “asker,” “polis,” “doktor” gibi cevaplar alınırdı.
Yakın zamanda yedi yaşındaki bir çocuğa aynı soruyu sordum. Cevabı "Zengin olacağım" oldu. Bu cevap, toplumumuzun değerler haritasında ne kadar kayma yaşadığının çarpıcı bir göstergesi değil mi?
Düşünün, eleştiri oklarımızı başkalarına yöneltmek yerine, önce kendimize çevirsek ve "Ben ne yapabilirim?" diye sorsak, hayatımız ve toplumumuz nasıl değişirdi?
Belki de her şey, bu sorunun cevabıyla başlar.
Esen kalın…