GENÇLİĞİMİZDE
miting meydanlarında "Bağımsız Türkiye" sloganının romantizminde bas bas bağırır, yeri göğü inletirdik. Ne zaman ki, hayatın ve dünyanın gerçeklerini anlamaya ve kavramaya başladık. İşte, o zaman soyut sloganların ve de siyasetçilerin şiirsel söylemlerinin, olmadık vaatlerde bulunmalarının bir anlam taşımadığını anladık. Uluslararası ilişkilerin temel kuralı, karşılıklı çıkara dayanmasıdır. Bu tür ilişkilerde, duygusallığa yer yoktur. Dünyada tam anlamıyla bağımsız ne bir birey, ne bir toplum, ne de bir ülke vardır. İstisnasız herkes, bir biçimde birbirine bağımlıdır. Ülkeler arasında, belli ittifaklara gidilmekte. Örneğin Avrupa Birliği gibi. Kimi ülkeler, çok daha güçlü bir yapı oluşturabilmek için, birbirleriyle stratejik ortaklık kurarak çok daha güçlü olmanın arayışı içindeler. Tıpkı "Bir elin nesi var? İki elin sesi var" gibi.
NATO ve geçmişte kalan VARŞOVA paktı, ülkeler arasında gündeme gelen güvenlikle ilgili bir büyük birlikteliktir. Biz de, NATO gibi bir birliktelikte yer alarak kendimizi belli tehlikelere karşı güvence altına almaya çalıştığımız halde, bu büyük yapılanma ve dayanışmada yer almamız bile, bağımlılık olarak ele alınıp, sürekli karşı çıkılma aymazlığı sergilenmiştir. Avrupa Birliği'ne de aynı anlayışla karşı çıkılmakta. Bugün için dünyanın tek süper gücü ABD ile müttefik olmamızdan bile rahatsız olmanın mantığını anlamak mümkün değil. Yıllar boyu, ülke insanımızın önemli bir bölümü, bazı siyasetçilerin de körüklemesiyle "Bağımsız Türkiye" diye diye ABD’ye bırakın karşı çıkmayı, düşman olacak tavırlar ve eylemler içine girmekle meşgulüz. Bugün mevcut hükümet “Bağımsız Türkiye” sloganının çekiciliğine neredeyse yelken açmış, önüne gelene posta atmakla meşgul. Orta Doğu’da doğru dürüst güçlü bir müttefikimiz bile olmamasına karşın, bu coğrafyanın hamiliğine soyunup, neredeyse dünyayı yeniden dizayn edecek güce sahipmişiz gibi, hem Sayın Erdoğan, hem de Sayın Davutoğlu çok tehlikeli bir biçimde yiğitlenmekle meşgullerken, “Bağımsız Türkiye” sloganının savunucularının hükümetin düşmanı durumunda olmaları ilginç değil mi? Suriye’nin kuzeyindeki yani bizim güney sınırımızdaki gelişmeler kaygı verici boyutlara vardı. Bu gelişmelerde en önemli rolü oynayan aktörün ABD olduğunu bile bile ABD’ye meydan okumaya devam etmek, bir bakıma harakiri yapma anlamına gelmiyor mu? İşin çok daha ilginç yanı mevcut hükümet, Filistin sorununu Türkiye’nin bir numaralı sorunuymuş gibi ele alarak, Ortadoğu’yu 1. Dünya Savaşı'nda Arapların itilaf devletleriyle yani düşmanımız olan güçlerle birlikte olup, bizi sırtımızdan vurmaları sonucu, bu toprakları bütünüyle kaybettiğimizin farkında değil mi? Sayın Başbakan hala bu topraklardaki belli yerleri özellikle de dini anlamda önemli addedilen kutsal mekanların bize emanet edildiğinden söz ederek, buralara yönelik her saldırıyı bize yapılmış gibi değerlendirme saçmalığı içine girerek dünyaya meydan okumaya devam etmesi, bana göre ülkemiz açısından çok tehlikeli boyutlara varabilir.