Sevgili gençler, “Ayrılsak da Beraberiz” şarkısını seslendiren Zeki Müren’i iyi kötü bilirsiniz. Beste ve güftesinin Yusuf Nalkesen’e ait olduğunu söylesem, kaçınız onaylar bilemem. Makamının Kürdili Hicazkâr olduğunu öğrenirseniz şöyle bir doğrulursunuz herhalde, ne diyor bu adam diye!
Çağ farkımızı anlatmak için söze böyle başlıyorum… Biz, bu şarkıları dinleyenler, tasada sevinçte ortak olanlar 2007 yılından başlayarak ayrıştırılmaya(!) başladık. Televizyona çıkan adam, “Bunlaaar” diye bağırdıkça “bizler” safımızı aldık. Ben şahsen başta İkinci Cumhuriyetçiler olmak üzere, kim AKP iktidarını sürekli savunma isteği içinde oluyorsa onunla masamı ayırdım. Bu yaştan sonra, dostum da olsa birisinin beni maniple etmeye çalışmasını bana hakaret gibi algıladım.
Bağıran adamgiller, Türkiye’nin esenliği için yakınmakta olduğumuz, değişmesini istediğimiz her değerin üstüne atladı. Alelacele hazırlanmış projelerle her kurumu alt üst ettiler. Bize ait değerleri alıp, bizi ittirerek öylesine dar bir yaşam alanına hapsettiler ki, hep savunmada kaldık. Batılı, uzun süre hükümetin kendisine yonttuğu bu baskıcı demokrasi anlayışını çözemedi.
Gezi parkı ve arkasından Tahrir Meydanı “Ilımlı İslam” diye doğu toplumlarına “çakılmaya!” çalışılan bir siyasetin geçerli olamayacağını kanıtladı. Arap yarımadasını bilemem ama Kuzey Afrika Arap ülkeleri de dâhil olmak üzere, bu coğrafyadaki laik ve ilerici bir damarın varlığının bu ülkelerin sigortası olduğu anlaşıldı. Ne acıdır ki Batılı, o ülkelerde baskı artmaya, kişisel yaşama müdahale yoğunlaşmaya başladığında ancak aydın yüzleri fark etti.
1990’lılar,Y kuşağı; her ne şekilde isimlendiriliyorsanız, sevgili gençler; AKP’nin oy aldığı yığınların bir kısmı, sınıfsal farklılıklarının geçmiş iktidarlarca kendilerine sürekli duyumsattırıldığı topluluklardı. Kendilerini anlamsız bir aşağılanma içinde hisseden kalabalıklar AKP iktidarı ile kimliğine kavuştu. Bağıran adamın takımını tutuyor olmak onları güçlendirdi. Devletten aldıkları yardım, avanta, sadakayla da gittikçe rejime bağlandılar.
Oysa gençler; evlerdeki yüzde ellinin(!) çocuklarının, yani yaşıtlarınızın artık bu yönlü bir kompleksleri yok. Paraysa para, eğitimse eğitim, ünse ün! Beslendiğiniz ayrı olabilir ama iletişiminizi sağlayan kaynaklar aynı. Yalnızca ayrı dalga boylarını kullanıyorsunuz! Bizim kuşaktan farklı olarak, iletişim ve bilişim teknolojisindeki üstünlüğüyle dünyayı esir alan Batı’nın, sizi tüketime zorlayan araçları aslında sizi birbirinize yaklaştırıyor. Anlaşmanızı kolaylaştırıyor.
Diyorum ki, bizim kuşağın ayrışmasının nedenleri ortadan kalkıyor. Eğer bir küçük kırıntısı çocuklarında kalmışsa onlara “iyi davranarak” gerginliklerini ortadan kaldırırsınız; psikoloji bilimi böyle diyor… Alanya’daki bir lise müdürü farklılıklarını ortaya koyarken “Teknolojik aletlerden steril bir yaşam sürerek başarı elde ettik” demiş. Siz, Türkiye’nin zekâ pırıltıları, işte tam da arınık, dünyaya değmeden eğitilmeyi marifet bilen bu anlayışıyla arkadaşlık kurun; onlara bulaşıcılığı öğretin… İnsana özgü olan…