Aşık, Aşık, ben sana demedim mi?

12 Eylül öncesi; babaların babası, bir soruya şöyle yanıt vermişti: Kimse bana, sağcılar cinayet işliyor dedirtemez! Bence haklı; sağ sol zıtlığı 1980 öncesinin gerçeğidir. Ama sağcı solcu birbirlerini katlediyordu ve kan gövdeyi götürüyordu...

12 Eylül öncesi; babaların babası, bir soruya şöyle yanıt vermişti: Kimse bana, sağcılar cinayet işliyor dedirtemez! Bence haklı; sağ sol zıtlığı 1980 öncesinin gerçeğidir. Ama sağcı solcu birbirlerini katlediyordu ve kan gövdeyi götürüyordu söylemleri; palavradır. Cinayetlerin ardında olanlar özel görevlendirilmiş kişilerdi. Yaratılan kaos ortamında kendilerine görev çıkaranlar da 12 Eylül’ü gerçekleştirenlerin değirmenine su taşıyorlardı. Sanırım; sevgili büyüğüm Dr. Mehmet Mutlu da benim gibi düşünüyor. Yazdığı “Mephisto’nun Rahipleri” isimli romanın 2. cildinde, 1980 öncesini; solcu Yıldız ile ülkücü Salih’in aşklarının aracılığıyla pek güzel anlatır. Okumanızı öneririm. Öğrenciyken kiramıza katkı amacıyla sağcı bir arkadaşı yanımıza bile almıştık; hatta sayesinde bir ara sağcılardan dayak yemekten de kurtulmuştuk. “Allah yürü ya kulum” deyişine mazhar olmuş bir arkadaşımızdı. Sağcıydık, solcuyduk ama eli kanlı anarşistler de değildik. Kusursa; evet ülkenin geleceği ile ilgili sorumluluk duygumuz yüksekti. Anarşiyi sebep göstererek parlamentoya kilit vuranlar; devletin geleceğini teminat altına alma bahanesini, anayasal sorumluluk olarak ilan ettiler. Liberaller 12 Eylül’ü haklı görürken; günümüz koşullarının daha kötü olduğu halde sessiz kalmaları, “ne yaman çelişki” değil mi? Oysa; 12 Eylül’ün gerekçesi anarşi değil, “24 Ocak Kararları”dır ve bu kararları kararlılıkla uygulama kararlılığıdır. 5 garip darbeci piyon üzerinden askerlere de haksızlık yapılmamalı. Alınan kararlarla türedi zenginler ortaya çıkmış; tarım, enerji ve ulaşımda sübvansiyonlar kaldırılmış; darbeyle de öğrenci ve sendikal hareketler önlenmiştir. Sanki bir senaryo gereği gibi; bir başka 24 Ocak’ta, alçakça işlenen Uğur Mumcu cinayetiyle bu kararlar perdelenmiştir. 1986’da kendime sorduğum bir sorudan hala utanırım. "Seni okutan 10 profesör say" denince zorlanabiliyorken, Özal’ın 10 prensini sayabiliyorduk. Tam bir talan dönemiydi. Bankaların içi boşaltılıyor, bankerler aracılığıyla halk soyuluyordu. Parasını kaptıranların bazıları intihar etmek zorunda kaldı. "4 eğilim birleştiriyorum" söylemiyle çok hızlı örgütlendiler ve büyük çıkar grupları oluşturdular. İstanbul Hukuk 1. Sınıfta okurken; nasıl, Cemiyet Başkanı olduğunu anlatan ve Özal’ın değişmez bakanlarından solcu arkadaşımız, sağcı “yürü ya kulum” arkadaşımızın arkadaşı ve hemşerisiydi. Yani arkadaş olmaya; sağcı, solcu olmak engel değildi. 10 yıl önce bir gün “yürü ya kulum” arkadaşım haberlerin baş sayfasında… Yurtdışında bir açık arttırmadan 20 milyon dolarcığa aldığı “Osmanlı Tuğrasını” Kültür Bakanlığına hediye etmesi büyük yankı uyandırmıştı. Karizma o biçimdi. Semra Özal’ın erkek papatyası olmak, herhalde böyle bir şeydi. Açtım telefonu, kutladım. Derin ve coşkulu gülme sonunda; “Aşık, Aşık, ben sana demedim mi, rüzgara karşı işeme, rüzgara karşı işeme diye." Biz rüzgara karşı dik durmayı; büyüklerimizden ve sosyal çevremizden öğrendik. Dik durmak, rüzgara kapılıp gitmekten iyidir. Ancak son yıllarda papatyalar mevzilerini badem bıyıklılara kaptırıyor, lütfen dikkatli olun. Sevgili “yürü ya kulum” arkadaşım; sana yanıtımda 10 yıl geciktim, kusura bakma ama makarna-ekmek yediğimiz öğrencilik günlerimiz harbi güzeldi; be kardeşim…