Arkadaşım Mustafa Temiz

Ziraat Bankası Alanya Şubemize yeni atandığım günler…

Beni bekleyen bir dolu işim var…

 Ama hoş geldin ziyareti için gelen öyle çok konuğum oluyor ki, günlerdir bir türlü birikmiş işlerime odaklanamıyorum.

Bankamın olağan işleri bir yana; hem hizmet binamız, hem bakımından ve gözetiminden sorumlu olduğum Ziraat Bankası Kampı, bakıma ve onarıma muhtaç durumda.

Her iki birimimizin de iyi bir mimara gereksinimi var.

Bankamızın da mimarları ve mühendisleri var ama hem şube binamızın, hem kampımızın konumlarının özelliği gereği ben; yerel bir mimarla çalışmak istiyorum.

Bir yandan gelen konukları ağırlamaya çalışıyorum ama kafam hep, yabancısı olduğum bir kentte, şube binamızı ve kamp tesislerimizi kiminle, nasıl restore edebileceğimle meşgul.

… …

O günkü konuklarım benden iki dönem önceki müdürümüz Rahmetli Köken Esen ve Rahmetli Nevzat Bulut ve yine Rahmetli Uysal (Ali İhsan) Birer…

Söyleşiyoruz ama kafam restore işlerinde.

Işıklar içinde uyusun Rahmetli Köken ağabeyle daha önceden de tanıştığımız için o beni iyi tanıyor.

O an, ortamdan iyice kopmuşum ki; “Hayrola evlat, kafan çok meşgul, burada değilsin!” diyor, Rahmetli.

Mahcup oluyor, özür diliyor; kafamı meşgul eden restore olaylarını anlatıyorum.

“Bana iyi bir Mimar lazım” dediğim anda,  odama bir başka konuk giriyor.

O an her üç konuğum, üçü birden aynı anda basıyorlar kahkahayı.

Beklenmedik bu kahkahaya gelen konuk da ben de bir anlam veremiyoruz.

Rahmetli Köken Ağabeyim, “al sana mimar…” diyor.

Gelen konuk, şaşkınlıktan kendini tanıtmayınca, o işi de Köken Ağabeyim yapıyor.

“Beyefendi Mimar Mustafa Temiz. Kendisi Alanya’nın en gözde, en yaratıcı mimarıdır. Al tepe tepe kullan…” diyor.

Bu kez dördü birden basıyor kahkahayı.

 

*    *    *

O gün, o an başlıyor Mustafa’yla dostluğumuz.

Önce hizmet binamızın üzerine bir kat ilave ediyoruz.

Hizmet binamızın tüm çehresi bir anda değişiyor; çok da büyük bir beğeni alıyor.

Genel Müdürlüğüm, Kampın restoresini de Mustafa’nın yapmasını istiyor.

Bu aşamada istişare için sık sık birlikte Ankara’ya gidiyoruz.

Bu seyahatler sırasında paylaştığımız pek çok şey dostluğumuzu da perçinliyor.

Perçinlenen dostluğumuz, ailelerimize de yansıyor, ailecek de görüşmeye başlıyoruz.

Kamp’ın restoresi bittiğinde; her gelen; “Ne olmuş böyle? Kimin eli değmiş bu köhne tesislere? Kim buranın mimarı?” diyor, hayretten açılan gözleriyle…

 

*    *    *

Bütün bunlar, dostluğumuzu daha da güçlendiriyor.

Birlikte sosyal eğitim çalışmalarına başlıyoruz.

Lions Kulübünü kuruyoruz…

Lions Kulübü olarak Alanya’dan göç etmek durumunda bırakılan Alanyalı Rumları, Alanya’ya davet ediyoruz.

Gözyaşlarıyla geliyorlar.

Bu etkinliğimiz, hem takdir görüyor hem başımızı ağrıtıyor. Mahkemeye veriliyor; birlikte, hakim karşısına çıkıyoruz.

Yine Alanya Lions Kulübü olarak, Alanya’da ilk kez Triatlon Sporunu başlatıyoruz.

Acı tatlı o denli çok ortak anımız oluyor ki biz bile şaşıyoruz; bu güzel dostluğa…

Dostluğumuz, hep günlük güneşlik olmuyor tabii ki; zaman zaman tartışıyor, kavga bile ediyoruz.

Ama bu tartışma ve kavgalarımız, bırakın dostluğumuzu zedelemeyi, daha da çok güçlendiriyor.

… …

Sözün özü; (huyumuz suyumuz farklı belki ama) o benim hep ağabeyim, dostum, arkadaşım, kardeşim oluyor.

Ve de sırdaşım.

Yanlışlarımız olmuyor mu?

Elbette oluyor; onun da oluyor, benim de…

Ayrıca bazı konularda olaylara da farklı bakıyor, farklı yaklaşıyoruz.

Ama ne o, ne ben, farklılıklarımızı, birbirimize yansıtmadığımız için 45 yıllık dostluğumuzu hiçbir şey etkilemiyor.

Bundan böyle de etkilemeyecek.

Bugün onun yaş günü.

İyi ki doğdun Mustafa’m, iyi ki tanıdım seni, iyi ki arkadaşım, dostum oldun.

Doğum günün kutlu olsun kardeşim.