Anneniz, sizi dokuz ay karnında taşıdı, dayanılmaz acılar çekerek doğurdu. Şefkatle kucaklayıp, sütüyle besledi. Emeklemeye başladınız… Elinizden tuttu… Ayakta “day day” durmayı öğretti… Ama sizin ilk işiniz ondan kaçmak oldu… Mama ile beslenmeye başladınız… Mama tabağınızda ne var ne yok halının üzerine döktünüz… Anneniz sizi en güzel kıyafetlerle giydirdi. Siz ise üzerinize yemek dökerek veya çamura atlayarak ona teşekkür ettiniz...15 yaşına geldiniz. Anneniz sizi şehir dışına yaz kampına gönderdi. Kamp süresinde bir kere bile onu aramadınız… O ise her gün haberiniz olmadan kamp müdürünü aradı. Sizi sordu… 17 yaşındayken arkadaşlarınızla yemeğe gitmenize izin verdi. Bir telefon bile etmeden ancak gece yarısı eve döndünüz…19 yaşında üniversiteyi kazandınız; okul masraflarınızı karşıladı, kalacağınız yere kadar götürdü. Siz ne yaptınız? Arkadaşlarınız alay etmesin diye kapıdan annenizi geri gönderdiniz… 21 yaşındayken anneniz size hayatla ilgili dersler vermek istedi. Siz dinlemek lütfünde dahi bulunmadınız…Bitirdiğiniz üniversitenin mezuniyet töreninizde yanınızda oldu. Siz, onun ellerini dahi öpmeden arkadaşlarınızla eğlenmeye gittiniz... Askerlik sonrası evlenmeyi düşündüğünüz bayanla tanışmak istedi "zamanını ben bilirim" diye onu terslediniz. Evlenme hazırlıklarında ve düğününüzde gecesini gündüzüne kattı. Ama siz ondan uzaklaştınız… Eşinize daha fazla ilgi göstermeyi tercih ettiniz. Bir bebeğiniz, onun da ilk torunu oldu. Bebek bakımı hakkında size bilgi vermek istedi. Siz, "artık bu ilkel yöntemleri bırak" dediniz… 40 yaşında kocaman adam iken işinizden sizi arayıp kız kardeşinizin doğum gününü hatırlattı. Siz "anne işim başımdan aşkın" dediniz. 50 yaşına geldiniz, anneniz çok hastalandı, o gün onunla mecburiyetten ilgilendiniz. Çocuklar gibi sevindi. Derken bir gün. O öldü. Odasında ona ait her şeyi atarken annenize ait rahmetli babanıza yeni yazılmış bir mektup buldunuz… İşte o mektup… BİR NİNENİN ÖLMÜŞ EŞİNE MEKTUBU“Son günlerde; bir surat bir surat ki gelinde, çayımı bile yarım dolduruyor bey. Allah'tan kulaklarım ağır işitiyor da, duymuyorum ne söylediğini… Ama hissediyorum… Beni, evde istemiyor artık. Hey gidi günler hey… Oğlunu bilirsin, vur kafasına al lokmayı. İki ara bir derede ne yapsın… Ana bu, atsa atılmaz; satsa satılmaz. Bana artık gizli gizli sarılıyor bey. Dün akşam, uyurken öptü beni biliyor musun? Nasıl ağırıma gitti nasıl…Artık akide şekeri de getirmiyor. Hani dişlerim yok ya, güya yerken garip sesler çıkarıyormuşum da; çocuklar iğreniyormuş benden. Yok; vallahi yalan bey, hiç yapar mıyım ben öyle şey. Gelin; çocuklara masal anlatmamı da yasakladı. Üstelik seninle konuşuyormuşum diye, duvardaki resmini bir yere sakladı. Olsun, koynumdaki resminden haberi bile yok. Yine de beddua edemem bey, oğlumun karısı; torunlarımın anası o…Geçenlerde komşular geldi. Ne konuştuklarını duymayayım diye, kapıyı üstüme kilitledi. Duymadım, duyamadım; lakin hissettim. Düşkünler evine yatıracaklarmış önümüzdeki ay beni. Ne yalan söyleyeyim epey ağırıma gitti!Ha, sen ne diyorsun bey… Hani bir görünsen oğluna… Ne de olsa babasısın, seni dinler. Bu odada oturur, vallahi hiç dışarı çıkmam. Akide şekeri de istemem. Masal da anlatmam artık çocuklara. Ne olur, ayırmasınlar beni bu evden. Yaşayamam, nefes bile alamam. Sana ait anılardan uzak ne yaparım ben, ne yaparım? Hayalin durur, çekmecelerde el izin. Bastonun hala duvarda asılı. İstemiyorlar beni artık, istemiyorlar velhasıl…Hey gidi günler hey… Hani diyorum, beni yanına bir çağırsan... Yoksa, yoksa sende mi beni unuttun bey…