YAŞAMSAL
değeri düşük, marjinal faydası yüksek malların, yaşamsal değeri yüksek marjinal faydası düşük mallara olan avantajıdır, değer paradoksu.
Sözlük böyle diyor.
Misal, çölde bir yudum su insan için elmastan çok daha değerli olsa da, normal şartlarda yaşamsal değeri olmayan elmasın yaşam için en gerekli şey olan sudan katbekat daha değerli olması durumu gibi.
Yokluğu insanı öldürmeyen, ancak, "Bende bir tane var bu yeter, onu da başkaları alsın" diyemeyeceğimiz ve hatta varlığına doyamayacağımız malların, hayati önem taşıyan, olmazsa olmaz, ama fazlası gereksiz mallara karşı avantajıdır, değer paradoksu.
Bütün kitaplarda yazan fiks örnek, elmasın suya karşı kazandığı maddi zaferdir.
Bir diğer adı "elmas-su çelişkisi"dir.
Misal, hiç su bulunmayan bir yerde, örneğin çölde, tüm suları bitmiş bir kişinin yaşamının devamı için gerekli olan bir yudum su, dünyanın bütün elmaslarından daha kıymetli bir konumdadır.
Burada "şimdilik" bir virgül koyalım, meramımızı anlatıp "değer paradoksu"na geri dönelim.
***
Hiç unutmam, 2009 yerel seçimlerine sayılı günler kala, ismi bizde saklı bir siyasi partinin ilçe başkanı, zaman daraldığı için hayli kalabalık olan ekibini seçim çalışması yapmaları amacıyla farklı bölgelere göndermiş, kendisi de şehir merkezinde esnaf ziyareti yapıyordu.
Yanındaki bir iki partiliyle rastgele bir butiğe girdi, "Selamın aleyküm" deyip tam 45 dakika boyunca neden kendi partisinin adayına destek verilmesi gerektiğini esnafa ballandıra ballandıra anlattı.
45 dakika boyunca ilçe başkanının sözünü kesmeden dinleyen butikçi, sonunda dayanamadı, "Abi, beni tanımıyor musun, zaten sizin üyenizim. Oylarımız ailecek gözümüz kapalı sizindir" dedi.
İlçe başkanının kan beynine sıçrayacak gibi oldu, çünkü zaten zaman kısıtlıydı, 45 dakikasını oyu çantada keklik olan birine harcadığı için öfkelendi, butikçiye, "Baştan neden söylemiyorsun birader. Söylesen gider, vaktimi muhalif olan başka birini ikna etmeye harcardım" diye çıkıştı.
***
16 Nisan'da yapılacak Anayasa Referandumu'na neredeyse bir ay kala Alanya'daki siyasi partilere ve farklı siyasi oluşumlara bakıyorum, yukarıda anlattığım anıya benzer bir durum aynen devam ediyor.
Misal, kendilerini "Hayır"cı olarak adlandıran bir grup, "Hayır"ı anlatmak için zaten yüzde 90'ı kafadan "Hayır" diyen geniş bir kitleyi topluyor bir salona, saatlerce "Hayır"ı anlatıyor.
Buna mukabil...
"Evet"çilerin de "Hayır"cılardan hiçbir farkı yok!
"Evet"çiler, özellikle "Evet"çi olan kırsal kesimden çıkmıyor, zaten kafadan "Evet"çi olan kırsal kesimde yaşayan vatandaşa saatlerce "Evet"i anlatıyor.
Yoğun bir "havanda su dövme" durumu her iki cephe için de olanca hızıyla sürüyor.
Halbuki, "Evet"çilerin "Hayır"cıları ikna etmesi, "Hayır"cıların da son sürat "Evet"çileri abluka altına alması gerekirken, her iki cephe de itinayla birbirlerinin alanına belki bilerek, belki bilmeyerek, belki karşı taraftan olumsuz bir tepki almamak için diğer cephenin karasularına girmiyor, giremiyor, "kendin pişir kendi ye" siyaseti yapıyor.
***
Gelelim "değer paradoksu" meselesine...
Çöldesin, güneş yakıp kavuruyor, suyun bitti bitecek, ama cebinde 10 milyon Dolar'lık elmasın var.
Kaç para eder?
Susuzluğunu giderir mi?
Seni ölmekten kurtarır mı?
Veya şehir merkezindesin, garibansın, her yer çeşme, her bakkalda 50 Kuruş'a yarım litre su bedavadan satılıyor, cebinde elmasın yok ama bir tanker suyun var.
Kaç para eder?
Fakirliğini giderir mi?
Seni sürünmekten kurtarır mı?
***
Kıssadan hisse şudur kıymetli okuyucu...
"Evet" veya "Hayır" için birbirimizi incitmeyelim, sosyal medyada kafa göz birbirimize dalmayalım, sırf "siyaset" için aynı şehirde yaşayan insanlar olarak geri dönüşü olmayan cümleler ve davranışlarla düşmanlıkları çoğaltmayalım.
"Vatan" elden gidince bayrağın değeri yok olur.
"Bayrak" gidince namusun hükmü kalmaz.
Gün, kavga dövüşle zaman geçirme günü değil, uzlaşarak, konuşup anlaşarak bir ve beraber olup vatana ve bayrağa sahip çıkma günüdür.
Almanya şunu demiş, Hollanda böyle davranmış, İngiltere ve Amerika el altından Avrupa'yı bize karşı kışkırtıyormuş, İsrail büyümemizi istemiyormuş yerine, büyük ve güçlü Türkiye'yi hep birlikte nasıl inşa ederiz, bu fırtınadan nasıl sağ kurtuluruz, onun çaresine bakmalıyız diye düşünüyorum.
Bugün bir turizm memleketi olarak çöldeyiz, suyumuz bitmek üzere ama cebimizde elmasımız, yani denizimiz, otellerimiz, Kale-Kule-Tersane'miz var diye seviniyoruz.
Lakin... Alanya'ya sahip çıkalım, halk otobüsleri misali hangi oteller ekonomik krizden dolayı çaktırmadan el değiştiriyor, hangi kıymetli araziler kimlere üç otuz paralara satılıyor, bunları düşünüp birbirimize sahip çıkalım.
Yarın hem çöle düşüp hem de susuz kalıp, bir de cebimizdeki elması kaptırırsak işte o zaman yaşayan ölü oluruz, benden uyarması.