Alanya'da değişmeyen alışkanlıklar

​AKŞAMIN yavaş yavaş geceyi karşıladığı, fısıltıların sessizliğe karıştığı o huzurlu anları hepimiz biliriz. Belki hasta bir bebek zar zor uykuya dalmıştır, belki de yaşlı bir hasta yorgunluktan göz kapaklarının ağırlığına yenik düşmek üzeredir. İşte tam da o anlarda, inanılmaz yüksek bir sesle caddeden veya sokaktan geçen bir araç, o narin dengeyi darmadağın eder. Uykular kaçar, bebekler uyanır ve tüm emekler bir anda boşa gider. Elbette sadece müzik değil, yüksek volümlü egzoz patlaması veya pistlerde olması gereken bir motosikletin geceyi yırtan basbariton sesi de bu yıkıma ortak olur.

Bu alışkanlıklardan bir türlü vazgeçilmedi. Ne diyelim, “Gürültüye rağmen huzur!” mottosuyla yaşıyoruz artık.

​İyi ki doğdun, sağlık ve mutluluk dolu nice yaşlara... İyi ki evlendiniz, sonsuz mutlu olun... Bu güzel dilekleri şimdiden iletiyorum, ama gecenin bir yarısında gökyüzünde patlatılan o havai fişekler neyin nesi? Gün boyu yuvasına yiyecek taşıyan, belki de yavrularını beslemek için kilometrelerce uçan o masum kuştan ne istenir bir türlü anlamam. Ya da siz mutluysanız, bunu başkalarını rahatsız edecek bir yöntemle duyurmanın ne artısı olabilir ki?

Belki de bu, mutluluğun sadece kişisel değil, toplumsal bir "duyuru" olması gerektiğine inanmaktan kaynaklanıyordur. Bir nevi, "Bakın, biz çok mutluyuz, ama siz uyuyorsunuz!" mesajı.

​Trafikte en sık karşılaştığımız bir diğer alışkanlık... Sarı ışık daha yanar yanmaz öndeki araca korna çalmak. Sanırsınız o araçlar piknik yapmak için oradalar, keyifleri yerinde. Bazen olaylar şöyle gelişiyor: "Vay, bana nasıl korna çalar!", "İn aşağı!", bir kavga, bir gürültü... Sonra polis ya da jandarma, ardından karakol, ifadeler...

Beş saniye sabredemeyenler dört saat uğraşıyor. Tam da "Zamandan kazanayım derken, zamandan olmak" durumu. Yaya kaldırımında yürüyen yayaları görünce hem korna çalan hem de gaza basan sürücü sayısı da azımsanmayacak kadar fazla. Bir otomobilin içinden insanlara koşu yarışı yaptırmanın zevki nasıldır acaba? Belki de bu, içimizdeki atletizm ruhunu trafikte sergileme şeklidir.

​Seyir halindeyken, iki aracın yan yana durup camları açık sohbet etmesi ve trafiğin allak bullak olması da çok tanıdık bir manzara. Yaya kaldırımında motor veya bisiklet kullanıp yayalara "çekilin" kornası çalmak ise, yayaların yaşadığı en zorlu deneyimlerden biri. Engelli geçişlerine araç park etme modası da ne yazık ki hala geçmedi. Dilerim bu davranış, unutulan ve ayıp sayılan alışkanlıklarımızdan biri olur.

​Yiyecek ambalajlarını sokağa atmak, izmaritleri uzağa fırlatmak, çöpleri çöp kutularının dibine bırakmak gibi "milli sporlarımız" her yerde olduğu gibi güzel Alanya'mızda da popüler. Bu davranışları artırarak, çevremizdeki temizlik görevlilerine "işlerine devam etmeleri için" motivasyon verdiğimize inanıyor olabiliriz. Ancak, unutmayalım ki medeniyet, çöpünü çöpe atmakla başlar.

​Psikolojik ve Sosyolojik Arka Plan

​Peki, bu inatçı alışkanlıkların ardında ne yatıyor? Psikolojik olarak, bu tür davranışlar "kendini ifade etme" ve "dikkat çekme" arayışıyla ilişkilendirilebilir. Yüksek sesli müzik veya egzoz, bireyin kendini başkalarından farklı ve güçlü hissetme ihtiyacından kaynaklanabilir. Bir nevi, "Ben buradayım ve beni duymak zorundasınız" mesajıdır bu. Bu durum, özellikle genç bireylerde statü ve kimlik arayışının bir parçası olarak karşımıza çıkar.

​Sosyolojik açıdan bakıldığında ise, bu alışkanlıkların temelinde "ortak sorumluluk eksikliği" ve "birlikte yaşama kültüründeki zafiyet" yatar. Toplumsal kuralların ve normların zayıfladığı ortamlarda, bireylerin kendi çıkarlarını toplumun genel huzurundan üstün tutması daha olasıdır. Gürültü ve trafik kurallarına uymama gibi davranışlar, "Bana bir şey olmaz" ve "Herkes böyle yapıyor" gibi düşüncelerle pekişir. Bu, aynı zamanda bir "denetimsizlik algısının da" sonucudur. Eğer denetim mekanizmaları zayıfsa, kuralları çiğnemenin bir maliyeti olmayacağı düşünülür. Kaldırımlara park etmek, çöpü sokağa atmak gibi davranışlar da bu algının somut örnekleridir.

Ne yazık ki, bu davranışlar bir döngü yaratır: Kuralsızlık, daha fazla kuralsızlığı tetikler ve toplumsal doku zedelenir.

​Tüm bu nedenlerden dolayı, bu tür alışkanlıklarla mücadele etmek sadece yasal yaptırımlarla değil, aynı zamanda eğitim ve farkındalık çalışmalarıyla mümkün olabilir. İnsanlara sadece kuralları değil, bu kurallara uymanın toplumsal refah ve huzur için ne kadar önemli olduğunu anlatmak gerekir.

Yaşadığımız yerlerin güzelliğini ve huzurunu korumak, her bireyin sorumluluğundadır.

Esen kalın...