Yaz, Akdeniz’e en çok Alanya’da yakışır. Güneş burada yalnızca bir gökyüzü objesi değildir; ciltleri okşayan bir dost, denizi aydınlatan bir sırdaş, fotoğraf karelerini altın rengine boyayan bir sanatçıdır. Alanya, yazın inci gibi parlayan yüzüdür Akdeniz’in. Hem masalsı hem gerçek, hem tarih hem de günümüzdür.
Sabahın erken saatlerinde, kale surlarından denize doğru bakınca insanın içine serin bir huzur dolar. Şehrin üzerini kaplayan portakal çiçeği kokusu, zamanın biraz daha yavaş aktığını fısıldar kulağınıza. Tarihin tozlu sayfalarından çıkıp gelmiş Selçuklu Tersanesi, Kızıl Kule ve kale; modern hayatın gölgesine inat dimdik ayakta durur. Alanya’da tarih sıradan bir bilgi değil, yürüdüğünüz sokaklarda ayaklarınızın altına serilen bir halıdır.
Yaz mevsimi burada sadece sıcaklık demek değildir; yaşama sevincinin tavan yaptığı bir dönemdir. Plajlarda serinlemek bahanesiyle denize girenlerin yüzünde hep aynı ifade vardır: “Hayat kısa, Alanya güzel.”
Dim Çayı’nda ayaklarınızı buz gibi suya sokup semaverden çay içmek, günün en doğal ödülüdür.
Akşam saatlerinde ise Alanya sahilinde yürümek, ayaklarınızın altındaki taşların ve kumun size masal anlattığını hissettiren küçük bir ritüeldir.
Alanya’nın sıcağında insan, kendini kavrulmuş hissetmez. Çünkü bu sıcaklık bir kavrulma değil, teninize işleyen bir sevgi gibidir.
Burada güneş batarken gökyüzü yanar; ama bu yangın bir son değil, bir başlangıçtır.
Kısacası Alanya, yazın inci gibi parlayan bir sayfadır. Her gelenin adını bir kenarına yazdığı, dönerken kalbinde birazını götürdüğü bir şehir.
Ve insan ister istemez şunu düşünür:
Belki de en güzel yaz, hâlâ Alanya’da yaşanandır.