Alanya siyasette neden çuvalladı?

Yakından izleyenlerin tahmin edebileceği gibi yazının başlığı, 'Yaklaşan genel seçimlerde neden seçilebilir yerlerde Alanya'dan aday yok?” olacaktı. Uzatmadım, böyle attım… Alanya adaylarının ön sıralarda yer alamaması düş...

Yakından izleyenlerin tahmin edebileceği gibi yazının başlığı, “Yaklaşan genel seçimlerde neden seçilebilir yerlerde Alanya’dan aday yok?” olacaktı. Uzatmadım, böyle attım…

Alanya adaylarının ön sıralarda yer alamaması düş kırıklığı yaratmıştı. Yaşanan tartışmada, sağ geleneğin yerel basındaki temsilcileri ön seçim yapan CHP’yi de aynı kefeye koyarak suyu ısıttılar. Arkasından “Alanyalı’ lığın” has olanı, az pişmişi gibi kavramlar fırına kondu. İlerleyen süreçte konuya değişik itirazlar geldi. Örneğin, 25 yıldır şehirde yerleşik olan ve geçmişte aday olmuş bir arkadaşım, “Ne yani; bunca iyi eğitimi almama, Alanya’ya hizmet etmeme rağmen eğer aday olsaydım ve Yörük kökenime referans yapamasaydım makbul bir hemşeri olamayacak mıydım?!” dedi…

Alanya tarihi boyunca Anadolu’daki otoritenin denetim ve yönetiminden uzak bir “ada” kapalılığında yaşamış. Kendi yağıyla, olmadı Akdeniz ile ilişki kurarak kavrulup gitmiş. Bu, kendini yeterli görüş Alanya’yı özgürleştirmiş ama diğer yandan sosyal olmaktan çıkarmış. Tıpkı bugünkü gibi sahip olduğu değerleriyle kendi içinde tatminlere ulaşan Alanya, en yakın komşularıyla bile ilişki kurma gereğini hissetmemiş.

Diğer yandan, şimdilerde çok kıskanılan Manavgat ya da Side, daha kentli olan(!) Pamfilya şehirleriyle aynı zaman diliminde tarih sahnesinde yerini almış ve onlarla etkileşmiş. Yine bugünün Manavgat’ında olduğu gibi, şehir önde gelenleri siyasi geleceğini, ticari ilişkisini kendisine en yakın güç merkezinde bir fiil yer alarak güçlendirmiş…

Yine tarihten devam… Bizans ve onun ardılı Anadolu Selçuklu Alanya’yı yalnızca stratejik konumuyla değerlendirmiş. Şehirdeki Kale surları, Kızılkule, Tersane gibi yapılar yönetenin egemenlik alanlarını koruma, ticaretini geliştirme adına yapılmış. O çağın egemenleri, yabancılarla giriştiği stratejik ortaklıktan edindiği kazancı muhtemelen halkla paylaşmamış. Şehirdeki, kendi gündemini yaşayan, çok dinli, çok mezhepli karmaşık yapının idaresi de bölgenin yaşayanlarının iradesine bırakılmış.

Buradan günümüze geçiş yapıyoruz… 2002 yılı sonrasının mutlak otoritesi olan AKP, Alanya’daki temsilcisi Mevlüt Çavuşoğlu üstünden bir siyaset yapma biçimi tanımlamış. Alanya önde gideni ve gündem hazırlayıcısı, siyaset kavramını şehre gelecek devlet yatırımları ile sınırlamış. Şehrin gelişmesinin/zenginleşmesinin tek çıkar yolunun iktidar partisinin yapacağı yatırımlardan geçeceği inancı halka pompalanmış. Çavuşoğlu da devletin tek temsilcisi olduğuna göre, sorunların çözümünde hep o adres gösterilmiş. Güç, irade, hizmet, politika hep Çavuşoğlu, dolayısıyla AKP ile eşitlenmiş.

AKP’nin, her ne kadar devlet yatırımı kartını oynasa da, hedefindeki ideolojik değişimi gerçekleştirmek uğruna ülke bütününde izlediği politika, gündelik sorunlarıyla uğraşan halkı ilgilendirmemiş. Halkın özellikle kırsalı, mülkünü korumaya yönelik çıkarlarını gözetecek olanların söylemlerine kulak vermiş, yerel yöneticisini onlardan seçmiş. Böylece yerel seçimler önemli hale gelirken, ülke sorunlarına kulağı tıkalı Alanya benzeri yerlerde genel seçimler değer bulmamış…

İşte, bu analizi iyi yapan siyasi partilerden MHP, Alanya’nın yerel seçimlerde edindiği kırsal oyları elde tutabilecek, örgüt içinden bir adayı seçmiş. AKP ise Alanya’nın “gösterişçi muhafazakar” yapısını değerlendirmeyi umarak, ta İngilterelerde öğrenim görüp ama aynı zamanda kökenini –babasını atlayarak!- Yörük dedesine dayandıran bir adaya, belki de ahde vefa niyetine(!) yer vermiş. Nasıl olsa, halkın gidip körü körüne oy vereceğini düşündüğü için ön sıralar parti teşkilatına, ardından gelenler ise tanımı tam yapılmayan muhafazakar hemşeriliğe ayrılmış; yerlerse diye… Durum budur…