Antalya medyasından bir haber.
Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin eski başkanlarından, İyi Parti Antalya Milletvekili Hasan Subaşı, Büyükşehir Yasası'nın hizmet zorluğu getirdiğini belirterek, yasanın değişmesi gerektiğini söylemiş.
Büyükşehir Yasası'nın yetersiz kaldığını belirterek, ilçe belediyelerin eski yetkilerine kavuşturulması, belde belediyelerin yeniden açılması ve köylerin yeniden kurulması gerektiğini söyleyen Subaşı, "Antalya'da 640 kilometrelik sahil şeridine sahip Büyükşehir Belediyesi'nin hizmet zorluğu ortada. Manavgat ve Alanya gibi büyük ilçelerin il olması lazım. Büyükşehir statüsü ile kapatılan belde belediyeleri, büyükşehirlerin sürgün yeri haline geldi. Adı ne olursa olsun belde belediyeleri açılmalı ve aktif hale getirilmeli” diye konuşmuş.
Yazıya böyle girizgah yaptım, meramımı şimdi paylaşacağım.
Her canlının bir acı, sevgi, zevk, mutluluk eşiği vardır.
Bir nevi sınır çizgisi, istinat duvarıdır bu.
Misal, ufak bir çocuğa bir çikolata verirsiniz, sevinçten yerinde duramaz, çünkü onun mutluluk eşiği bir tek çikolatadır.
Kimini mükellef bir Amerika tatili bile tatmin etmezken, kimi de hafta sonu Ulaş Mesire Alanı'nda ailecek yapılan kendi halinde bir pikniği dünyaya değişmez.
İş yoğunluğundan olsa gerek, son dönemde pek sık kullanamasam da, sıkı bir sosyal medya takipçisi olarak bu mecrada "eşik" konusunda ilginç gözlem ve tespitlerim yok değil.
Misal, müzmin bekar sosyal medya arkadaşlarımdan biri kız arkadaşından yeni ayrılmış, körkütük aşık olduğu için körkütük sarhoş olmaya karar vermiş, gitmiş şehrin popüler bir mekanına, siparişini verdiği garsona bir de cep telefonunu uzatıp fotoğrafını çektirmiş, kıza mesaj verecek belli, diyor ki, bol dumanlı ve loş ortamda çektirdiği fotoğrafın altında; "Hayat, sana inat, bu hayatı krallar gibi yaşayacağım."
"Krallar gibi yaşamak" ifadesinden kastı, barda geçici süre işgal ettiği masanın üzerinde duran bir duble içki, yerfıstığı tabağı, biri yarısı içilmiş diğeri henüz açılmamış iki paket orta direk bütçeye hitap eden sigara paketi, bir modası geçmeye yüz tutmuş cep telefonu ve bir de sert ve atarlı erkeklerin değişmez aksesuarı olan tespih.
Dedik ya, herkesin bir zevk, acı, mutluluk, hayata karşı posta koyma eşiği vardır yaşamında.
Kimi, barda bir duble içki ve bir tabak yerfıstığını "krallara layık bir yaşam" olarak görürken, başka biri beş yıldızlı otelde her şey dahil uzun bir tatili sıradan bir yaz aktivitesi olarak adlandırabilir.
Bu tamamen kişinin hayattan ne beklediği, ve en önemlisi, o yaşına kadar hayatın ve kaderin ona neler bahşettiği ile alakalıdır diye düşünüyorum.
Tıpkı...
Kurbağanın tüm dünyasının, içine düştüğü kuyunun ağzı kadar oluşu gibi...
Şehirlerin kaderleri de böyledir.
(ARA NOT 1: Sık sık bu mevzu hakkında iki kelam yazıyorum diye şehri yönetenler, turizmciler ve tanıtımcılar ile koltuk sahibi abiler ve ablalar umarım bana kızmıyordur. Ama ne yapayım, benim de yazı yazarken zevk ve tatmin eşiğim bu.)
Misal, Kuşadası turizmcisine ve esnafına; görgülü, sakin ve bol paralı İngiliz turist bile artık yetersiz gelirken, Bodrum'un potansiyel tatilci eşiği mümkünse yerli turist haline gelmiştir ve Bodrumluların bu durumdan şikayet ettikleri duyulmamıştır.
(ARA NOT 2: Yazın, özellikle dini bayram tatillerinde sahilde, çayırda çimende yatan yerli tatilciden yaka silken Alanya, koca şehri yerli tatilci sayesinde geçindiren Bodrum'dan acilen manevi destek talep etmelidir.)
Eskiden şehri ihya eden Hollandalıya, Alman'a bile burun kıvıran Alanya, eşiği o kadar aşağı seviyeye düşürmüştür ki, şimdi Rus'a ve Polonyalıya bile hasret kalmış, "Bayram gelse de yerli turist ağırlasak" der hale gelmiştir.
Tıpkı insanoğlu gibi, bir şehrin tatmin eşiğini düşürmek de çıkarmak da o şehri yönetenlerin yanı sıra o şehirde yaşayanların sorumluluğu altındadır.
Bu, tamamen kolektif bir iştir.
"Ben manifaturacıyım, bana ne turizmden" derseniz, 300 bin nüfuslu şehrin eşiği 1 kişi aşağı düşer, eksi 1 olur.
"Ben simitçiyim, otelim mi var ki turizmi düşüneyim" derseniz, çoktan o eşiğin altında kalmışsınız demektir.
Bir şehrin eşiğini; havanda su döverek, bir şeyler yapıyormuş gibi yaparak, etliye sütlüye dokunmayarak, elini taşın altına sokmayarak yükseltemezsiniz.
Hep yazdım, yine yazdım, yazmaya devam edeceğim.
Alanya, bugün içinde bulunduğu durumu hak etmiyor.
Bırakın Eylül ortasını veya Ekim başını, Ağustos'un ortasında otellerinin kapanmasını, yüzlerce turizm personelinin işsiz kalmasını, esnafın siftah yapmadan dükkan kapatmasını hak etmiyor.
Allah’tan bu sene turizmde işler iyi gitti, geçen senelerdeki gibi yüksek sezonda otel kapanmaları pek sık görülmedi.
Bu yazıyı okuyan sen...
"Bu işte benim hiçbir sorumluluğum yok, bana ne canım" diyorsan, bu şehir zaten hep kaybetmiştir, hep kaybetmeye devam edecektir.
Şehirde yaşayan en alt gelir seviyesindeki insan ile en yukarıdaki insan el ele verip, bu şehrin eşiğini yükseltme noktasında vicdanlı davranıp sorumluluk almaya başlarsa, şehir o zaman kalkınmaya başlayacaktır.
Dost acı söylermiş.
Ama bakıyoruz, bugün şehri yönetenler, resmi veya gayri resmi törenlerde yan yana oturuyorlar, el sıkışıp iki lafın belini kırıyorlar belki ama, el ele verip de şehri kalkındıracak proje veya projeler için bir şeyler yaptıklarını ne gören var, ne de duyan.
Üstelik Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu gibi Alanya’nın bir evladının en üst kademelerden birinde bulunmasına rağmen...
Peki, şehrin her manada yönetim eşiği ne durumda?
Sanırım, hazır sezon iyi gidiyorken enine boyuna bunu sorgulayıp yanıt arasak, hem fincancı katırlarını epey ürkütürüz, hem de pek çok kalbi kırarız.
O halde, durmak yok, susmaya devam!