TANIDIĞIM
ilk dindar kadın ninemdi. Kenarı oyalı beyaz ipek başörtüsü ile oturduğu yerden namaz kılarken, eğer önünde çok koşuşturursam duasının sesini yükseltir, "Şu yezidi alın başımdan" demeye getirirdi... Kazandığım sınav sonrası yatılı okula giderken, sırtımı sıvazlayarak dua okuyup beni uğurlayışını hiç unutamıyorum. Bu, ninemi son görüşüm, onun bana son dokunuşuydu...
Ailemizle konuşabilmek için okul girişindeki nöbetçi kulübesinden telefon yazdırır, saatlerce hattın bağlanmasını beklerdik. Orada sık karşılaştığım, büyük sınıflardan bir abi kardeş vardı. Annelerine sınav günlerine göre dua sipariş ederlerdi. O anneye, hiç tanımadan büyük bir sevgi besledim...
Yine bir bayram günü otobüste onlarca çifte bilet satılmış, yolcular İzmir - Antalya arasını ayakta gitmeye zorlanmıştı. Çocuk yaşımla isyan etmiş, çözüm bulamayınca ikili koltuğu açarak, soğuk cam kenarında oturma pahasına bir yaşlı kadını aramıza almıştım. Yol boyunca ettiği dualar sonrasında, otobüsten inerken kanatlanıp uçacağımı hissetmiştim...
Tüm bu kadınların ortak noktası dindarlıklarını son derece doğal yaşamalarıydı. İnandırıcı ve etkileyiciydiler... İlk tuhaf giysili kadınlara 2001 yılında Mısır'ın Antalya'sı sayılan Luksor şehrinde rastladım. Daracık kotlarının üstünde sıkı fıkı sarmaladıkları saçlarıyla dikkatimi çekmişlerdi. Henüz ülkemizde böyle giyinen kadın yoktu...
Zamanla ülkemiz planlı bir şekilde dindarlaştırıldı. Tabii ki toplumun egemeni olan erkek bu konuda da başı çekmekteydi. Sosyal yaşamdaki yerini koruyabilme, çıkarını kollayabilme, yönetebilme adına topluma uygulanan baskının en gönüllü katılımcısı oldu.
Oysa, erkeğin koltuğunun altında başka karpuzlar da vardı. Birçoğu dindarlık kisvesi altındaki yaşamını; gündelik siyasette, işinde, sosyal etkinlikte; zamparalığından, üçkağıtçılığından, takiyeciliğinden vazgeçmeden sürdürdü.
Kadınlar ise bu değişimde yer kapabilmek için başka bir yönteme başvurdular; hızla kapanıp, tesettüre büründüler. Nedeni sorulduğunda, zinhar koca/sevgili/baba baskısından bahsedilmiyordu; içlerinden öyle gelmişti... Dini vecibeleri yerine getirdiğim için kendimi huzurlu hissediyorum diyen de vardı, böyle daha güzel olduğunu söyleyen de... Hemcinsleri ise onların Tuğçe Kazaz'ı taklit ettiklerine inanıyorlardı.
Yazıma konu yapmaya çalıştığım kadınlar bu saydıklarım değil. Onları sınıflandırmak zor ama kesin olan bir şey var ise kafaları karışık. Genç, uygar görünümlü ve eğitimliler; bazılarının kendilerini özgür bir birey ve güvende hissedecekleri meslekleri de var.
Erkeğin yaptığı gibi başka yönelimleri de olmadığından dindarlıklarıyla başbaşa kalmışlar. Kadın doğası gereği, dinlerini daha inançlı ama gösterişli yaşıyorlar. Toplumun dindarlaştırılmasını sanılanın aksine çabuk kabullenmiş ve doğal saymışlar. Sosyal medyadan verdikleri dini referanslı mesajlarında ya da sohbetlerinde bir eksikliklerini tamamladıkları; toplumda önemli bir yerde olduklarını gösterme istekleri seziliyor. Ki bu mesajlar üstlerine hiç oturmuyor...
İçindeki tohumu büyüten, var eden, yeşerten; insanlığın neredeyse yaratıcısı olan kadının, çağımızda daha dünyevi düşünmesini bekliyor insan... 8 Mart Dünya Çalışan Kadınlar Günü Türkiye'sinde ninemgilleri özlüyorum...