15 Temmuz

1970'Lİ yılların ortalarında ilk yasa dışı eğitim birimlerini açtılar. Sağ-sol çalışmalarının ve ideolojik kavgaların arasında hiç dikkat çekmeden faaliyetlerini sürdürdüler. Gelen her iktidara yakın durdular. Güç kimdeyse, kabulleri oldu. 12 Eylül darbesi, ideoloji kavgasına karışanları, yani solcu ve sağcı gençleri hedef seçmişti. Sessiz ve derinden faaliyetlerine devam ettiler. Sonra iktidarlar değişti ama onlar hep büyüyüp gelişti. Arada bu tehlikeye dikkat çekenler olsa da kayda değer bir inceleme veya soruşturma yapılmadı. Hatta "Burada tehlike var" diyenler sonraki yıllarda intikam için hedef tahtasına yazıldılar.

Dershaneleri büyüdükçe büyüdü ve tüm yurtta faaliyet gösterir hale geldiler. Tehlikenin farkında olanlar vardı ama kayda değer adım atan kimseler yoktu. Açılışlarına siyasi parti liderleri, hatta başbakanlar katılıyordu. Sonra bir grup insan yan yana gelerek bir eğitim yuvası oluşturmaya karar verdi.

23 Ocak 1995 tarihinde Onursal Başkanlığını Suna Kıraç'ın yaptığı 55 kişilik Mütevelli Heyeti ile TEGV (Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı) kuruldu.

Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen olmuştu. İlk Öğrenim Birimleri İstanbul’da açılmaya başladı. 1 Eylül 1995’te ise bilgisayar destekli eğitim merkezi çocuklarla buluştu.

Gelir düzeyi düşük ailelerin çocuklarına ücretsiz eğitim veriliyordu. Matematik, fizik, kimya, Türkçe, İngilizce, fen bilimleri, resim, müzik, heykel gibi birçok dalda eğitim veren birimler ülke genelinde ardı ardına açılmaya başladı. Garanti Bankası’nın eski Genel Müdürü, değerli ağabeyim İbrahim Betil başkan olmuştu. Onun sayesinde TEGV'le tanıştım. Sivas'ta görev yapıyordum ve bir eğitim birimi açılması için yer arayışı başlamıştı.

O dönem belediye başkanlığı görevini Refah Partisi'nden Osman Seçilmiş yapıyordu. Bu projenin asıl amacı anlatıldı. Hiç tereddüt etmeden 'İşitme Engellileri Merkezini' TEGV eğitim birimi olarak tahsis etti.

Önceleri yoksul aile çocukları geliyordu ve sonra verilen eğitimin kalitesi göz doldurmaya başlayınca hali vakti yerinde aileler de çocuklarını kayıt yaptırdı. Bu birimde her şey gönüllülük esasına göre yürüyordu. Ben de gönüllü olarak resim öğretmenliği yapmaya başladım. Sosyal hayat kalmıyordu ama olsun, çocuklar ve ülkenin geleceği benim birkaç saat gezip dolaşmamdan daha değerliydi. Yıl sonu galası yaptık ve şehrin valisi dahil tüm ileri gelenleri katıldı. Ardından yeni dönem için kayıtlar başladı ve ilgi muhteşemdi.

Bize gelen her öğrenciyi, o grup kendilerinden alınmış bir emir eri gibi görmeye başladı. Ardından şikayetler filan ama her şey resmî, kurallara uygun ve şikâyet edenlerin birimle en ufak bir bağı bile yok. Alternatif eğitim birimlerinin moralleri bozmuştu. Ama büyümeleri ve büyüttüklerini devletin içine yerleştirmeleri devam etti. Güçlendiler ve kendilerince en uygun zamanı kollayıp ayaklandılar. Devlet içinde ileriki dönemlerde devletin elini zayıflatmak, hatta devleti ele geçirmek isteyen hiçbir gruba yer vermemek gerektiğinin ispatı oldu yaşananlar bu olaylar.

Bu tür yapıların asla acelesi olmaz, ayrık otu gibidirler; koparıp iki taşın arasına koysanız ve 100 yıl sonra biri yanlışlıkla çarpıp yere düşerse "Az kalsın kuruyacaktık" der ve yeniden yeşerirler. Bu yapı sadece 15 Temmuz gecesi değil, öncesindeki kumpaslarla da bu ülkenin yetişmiş birçok değerini öldürdü. Bu vesileyle hayatını kaybedenleri rahmetle anıyor ve bir daha bu tür yapılara karşı uyanık olmamız gerektiğinin altını çiziyorum.

Esen kalın….