Yukarıda yazdığım iki tarihte yaşamımda etkilendiğim tarihler ve dönüm noktalarıdır.
12 Eylül 1980 sabahı babamı işe yolcu etmiştik annemle birlikte. Biz de babamdan izin almıştık. Nihayet yıllarca görüşmediğimiz dayımın kızına gidecektik.
Rahmetli babam servis otobüsüyle işe giderdi. Evden gideli yedi sekiz dakika sonra kapının zili çaldı.
“Eyvah herhalde baban servisi kaçırdı” dedi annem, koşarak indim kapıyı açtım.
“Baba servisi mi kaçırdın” dedim.
“Yok, kızım darbe olmuş sokağa çıkma yasağı varmış. Askerler yoldan çevirdi” dedi.
Yukarı çıkınca hemen pencereye koştum, dışarı baktım…
Niye mi, çünkü darbe olunca sokaklar kan gölüne dönermiş. Baktım öyle bir şey yoktu, çok sevindim.
Ama başka şeye üzüldüm. Hani biz nihayet dayımın kızı Semiha’ya gidecektik, gidemedik çünkü sokağa çıkma yasağı vardı.
Takdir edersiniz ki bu ilk günkü duygularım…
Sonraki günlerde üzülmenin ne olduğunu gördük… Uzun uzun gözaltılar mı yaşanmadı, gözaltına alınanlardan haber alamadı aileler… Çocuklar babalarını annelerini göremediler. Arkadaşımın eniştesini gözaltına almışlardı. Küçücüktü çocukları…
Sağlık müdürlüğünde çalışıyordu. Sendikaya üye olmuştu. Karısı maliyede memurdu... Perişan oldular hayatları değişti. Çocukların sağlıkları bozuldu… Ceza almadı ama uzun süre tutuklu kaldı. Çıktığında psikolojisi bozulmuştu.
O günlerde komşumuzun annesine ilaç yazdırmak için yolumuz askeri hastaneye düşmüştü.
Gözaltından oraya getirilen insanlar gördüm. Bizzat şahit oldum bazı durumlara, hatta gördüğüm durumlara müdahale ettim yüksek sesle… Nerede olduğumu bilmeden… Başıma ne geleceğini bilmeden... Orada askerliğini yapan asteğmenler nazik ve kibarca bize çabucak gitmemizi söylediler.
Gördüklerimi unutmam mümkün değil…
İşte tam 12 Eylül’de ABD yetkililer “Bizim çocuklar darbe yaptı” anlamına gelen sözler söylemişlerdi…
12 Eylül öncesi aynı silahla sabah sağcı kişi vuruluyor, öğleden sonra solcu vuruluyor.
Ülkenin çocukları birbirine kırdırılıyor. Hoş şimdi farklı mı? Benim için en kötü demokrasi bile bu ara dönemlerden bin kat daha değerlidir.
11 Eylül 2001 günü televizyonda canlı izlemiştim ikiz kulelere saldırıyı… İşte o gün bu gündür dünya rahat yüzü görmedi.
ABD bunu bahane ederek Afganistan girdi. Binlerce sivil insan hayatını kaybetti. Ben kendi adıma ikiz kulelerin vurulması işini Usame Bin Ladin grubunun yaptığına inanmıyorum.
Bir filmde ”Dünyanın neresinde terörist varsa Amerikalılar yetiştirmiştir” diyordu.
Neyse yakın zamanda vicdan azabı çeken biri çıkıp doğruyu söyler diye umut ediyorum… Tam bu satırları yazarken televizyonda Ali Suphan adlı FBI ajanı itirafta bulunuyordu ve bu konunun kitabını yazdığını anlatıyordu…
11 Eylül saldırılarının ardından Afganistan’a ve ırak a düzenlenen operasyonlarda ABD Dışişleri Bakanı olan Colin Poweli saldırıların 10. yılında EL CEZİRE televizyonuna verdiği röportajda BM Güvenlik Konseyi’nde yaptığı konuşmayla insanları kandırdığını itiraf etti.
Saddam Hüseyin’in “mobil kitle imha silahları” olduğu yalanı ile Irak’ta bir buçuk milyon insan öldürdüler. Ülkeyi üçe böldüler. Petrol ve doğalgaz kaynaklarına el koydular. İstedikleri petrol kanununu çıkarttılar.
O halde Lahey Adalet Divanı’na gidilmeli bu suçunu itiraf eden ülke yargılanmalı. Nasıl kendileri başka ülkeleri yargılıyorlarsa kendileri de yargılanmalı.
Şimdi ise “Arap Baharı” adı altında yeni işgalleri var. Bu sefer kendileri geri planda içerdekilere her türlü desteği veriyorlar. Sözde demokrasi getirecekler. Tıpkı zamanında Afrika’ya din götürüp değerli madenlerini sömürdükleri gibi…
Yani kısacası bizim 12 Eylülümüz ile ABD’nin 11 Eylülü sonuçları bakımından aynıdır.
Sonuçları ABD ye yaramıştır. Uyanık olalım. Bizi uyutmalarına izin vermeyelim.