Ağaçların da canları ve sezileri var…

C

ayır cayır yanıyor, yakılıyor ormanlarımız.

Her orman yangını haberinde, benim de içim yanıyor.

Biz 68 Kuşağı Afyon Liselilerin bir web sayfası var; birbirimizle, bu sayfa kanalıyla yazışıyor ve haberleşiyoruz.

Arkadaşlarımın günlerdir paylaştığı konu, “KAZ DAĞLARI KATLİAMI ve ORMAN YANGINLARI”.

Hepsinin ortak söylemi, “yüreğim kanıyor, içim yanıyor…”

“Ağlıyorum” diyen arkadaşlarım var.

Şimdi şöyle bir düşünüyorum da;“Niye pek çok kişinin umurunda olmayan bu talanlar, bu yangınlar, benim Afyon Liseli arkadaş grubumun istisnasız tümünün ortak acısı, ortak sorunu oluyor?”

??!!...

Oluyor çünkü o yıllarda, aşağı yukarı ülke genelindeki tüm okullarımızda ve yine aşağı yukarı tüm öğretmenlerimiz, (hazreti mevzuatın(!) dışına çıkıp) yani bir süre ÖĞRETİME ara verip; EĞİTİME ağırlık veriyor; öğrencilerine, (hissettirilmeden) görgü kurallarını, insani ilişkileri, insan sevgisini, yurt sevgisini ve doğa sevgisini aşılıyorlardı.

Bizler farkında olmadan bu bilgilerle, bu sevgilerle yoğrulup, bağıtlandık.

… …

Bu konuları zaman zaman günümüz öğretmenleriyle (ve öğretmen olan kardeşimle) tartışıyorum.

Anında tepki verip, anında savunmaya geçiyorlar.

Tümünün savunma içerikleri aynı; “Efendim var olan müfredatın dışına çıkamayız… Çıkmamıza izin vermezler…”

Ben de hepsine aynı yanıtı veriyorum.

Niye çıkamazsınız? Bizim zamanımızda da aynı mevzuat, aynı müfredat vardı. Ama bizim öğretmenlerimiz, en az öğretim kadar eğitime de ağırlık verirlerdi.

O nedenle bu denli yoğun yurt sevgiyle yoğrulup, büyüdük biz. O nedenle yanan her orman, kesilen her ağaç; derdimiz, tasamız oluyor.

O nedenle arkadaşlarımızın büyük bölümü, işini gücünü bırakıp, Kaz Dağları’na gidiyor, oradaki eylemlere katılıyor.

O nedenle Kaz Dağları’na, o nedenle yanan / yakılan ormanlarımıza, o nedenle Salda Gölü’ne sahip çıkıyorlar…

* * *

Şunu demek, sözü şuraya getirmek istiyorum.

Şu an ülkeye, doğayı hunharca kullanan, çevreye karşı duyarsız bir çoğunluk ve bu çoğunluğun oluşturduğu bir iktidar(!) egemen.

Doğa tahrip oluyormuş; ormanlar yanıyor / yakılıyormuş; denizlerimiz, ırmaklarımız, yer altı su kaynaklarımız kirleniyor / kirletiliyormuş; kentlerimiz beton tarlasına dönüştürülüyormuş… bu çoğunluğun ve de bu iktidarın (!) umurunda değil.

Günlerdir Kanadalı Firmanın, altın çıkarma uğruna Kaz Dağları’nda yaptığı, vahşi tahribatı konuşuyor, tartışıyoruz.

Kanadalı bu firma, dünyanın dört bir yanında bu işi yapıyor, bu işi yaparken de her yerde bu tür vahşi tahribatı yapıyor. Ama kendi ülkesinde, ne bu Firma, ne başka bir Firma; bu haltı yiyemiyor.

Neden?

Çünkü doğa ve ağaç sevgisiyle yetişen Kanadalı, kendi topraklarında bu tür vahşete izin vermiyor.

O nedenle, (bize göre daha olumsuz iklim koşullarına sahip olmalarına rağmen) Kanada’nın dört bir yanı orman, dört bir yanı yeşil, yemyeşil…

Kanada ve Kanada gibi sömürgeci ve yayılmacı güçler; bu tür işleri bizim gibi iktidarı (!) ve kamuoyu olan ülkelerde yapıyorlar.

* * *

Bizim kuşağımızın öğretmenleri; ağaçların da canları ve sezileri olduğu anlatarak, girerlerdi konuya.

“Evet, ağaçların da canları ve sezileri vardır.” der; 1966 yılında Yalan Makinesi Uzmanı Amerikalı Bilim İnsanı Clee Backster’in, bir raslantı sonucu bulduğu, “bitkilerin bilinmeyen gizli yaşamlarını” anlatırlardı.

Bugün gibi aklımdadır o anlatılanlar.

… …

Bir gün,

Amerikalı Bilim İnsanı Clee Backter;

korku, sevinç, şaşkınlık, mutluluk gibi durumların elektriksel değişimlerini ölçen yalan makinesi elektrotlarını (sırf şamatasına) yanı başındaki büyük gövdeli, koca yapraklı tropik bir bitkiye bağlar.

Hoş olmayan deyimiyle, gırgırına yaptığı bu bağlantının sonunda da; akıllara durgunluk veren, şaşırtıcı sonuçlar alır

Bitki sulandığı zaman, galvanometre zikzaklar çizer, aşağı doğru inerek tepki verir.

Bunun üzerine bir kibrit alıp o bitkiyi yakma girişiminde bulunduğunda da; galvanometre ibresinin tavan yaptığına tanık olur.

Deneyler, deneyleri kovalar.

Bir gün şehir dışından gelen bir botanikçi bayan içeri girdiğinde, bütün bitkilerin sessizleştiğinin, tepki vermediklerinin ayırdına varır. Taaa ki o bayan, havaalanından uçağa binip, gittikten 45 dakika sonra o bitkiler yeniden tepki vermeye başlarlar. (Çünkü o bayan botanikçi, bitkileri kurutarak ölçümlemeler yapan bir botanikçidir. Bitkiler, o nedenle tepki vermiştir.)

Bitkilerin sadece düşünceleri okumakla kalmayıp, çevrelerindeki her şeyi hissettiklerini de saptar Clee Backter. Kaynar suya atılan karideslerin ölümlerini, ele batana iğnenin verdiği acıyı dahi hisseder bitkiler. Hatta kilometrelerce ötede olunsa bile yaşanan sevinç ve üzüntüleri de duyumsayabilirler.

Dahası, bitkilerin, yanlarındaki bitkinin susuz kalması durumunda, kendi suyunu, onunla paylaştığını kanıtladığını da savlar Clee Backter.

* * *

Bu bulguların, bilimsel dayanağını bilemem.

Ancak doğaya kendini adamış, çevre bilinciyle yoğrulmuş bir kişi olarak inancım odur ki; her biri doğanın bir parçası olan bu bitkiler, tüm canlılarla iletişim kurma konusunda, bizim hayallerimizin de ötesinde bir duyarlılığa sahiptirler.

Ve yine inancım odur ki; İstanbul Kuzey Ormanları’nda kesilen bir ağacın acısını, sadece Kaz Dağlarındaki ağaçlar değil, Toros Dağları’ndaki ağaçlar da hisseder.

Ağaçların hissettiği bu acıyı, günün birinde, elbet bizler de hissedeceğiz, ancak korkarım ki o gün, çok geç olacak.

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar İsmail Haboğlu - Mesaj Gönder

#


Anket Alanya Belediye Başkanlığı anketi - Alanya'nın nabzını tutuyoruz! Siz kime oy verirdiniz?
Tüm anketler

Çorum Haber